Share This Article
NATO’nun Yeni Stratejik Konsept Çalışması Ne Anlama Geliyor?
Warşova Paktı’nın 1990’da dağılmasıyla beraber kominizm tehdidinin ortadan kalktığı ve dünyanın artık barış ve güvenlik içinde ABD’nin tek liderliği ile düzenini devam ettireceği öngörüsü büyük bir iyimserlik içinde herkes tarafında kabul gören bir yaklaşım olmuştur.
Sovyetler Birliği dağılmış, Doğu Avrupa’daki üyeleri önce NATo üyesi, sonra da Avrupa Birliği üyesi olmuşlardır. Orta Asya’da ise, Türki devletler bağımsızlıklarına kavuşmuşlar, sonuçta Rusya Federasyonu hem askeri gücünü ve hemde ekonomisini kaybeden bölgesel bir güç konumuna ulaşmıştır. Buna rağmen NATO Rusya Federasyonu’nu kontrol ederek, müşterek hareketle işbirliğini sağlamak için “Barış İçin Ortaklık” kavramını gündeme getirerek, Rusya’nın demokrasi ile tanışmasına ön ayak olmaya çalışmıştır.
NATO’nun 2010’lara kadar yürürlükte olan Stratejik Konsepti tek bir tehdide karşı düzenlenmişti. Bu tehdit, karşı kutup olan Sovyetler Birliği’nin kontrolündeki Warşova Paktı’ydı. Ancak, 2010 yılına kadar ki dönem içinde artık Rusya tehdit olmaktan çıkmış ve NATO Konsepti yeni arayışlar içine girmiştir. Yaşanan dönemde artık belirgin bir tehdit olmadığı için NATO’nun işlevinin kalmadığı münakaşaları su üstüne çıkmaya başlamıştır.
NATO yeni tehdit arayışları içine girmiş ve 2010 NATO Konsepti bu tehditlere göre düzenlenmiştir. Nedir? Bu tehditler diye bakacak olursak; başta İran’ın nükleer programı onu NATO’ya karşı bir tehdit olarak öne çıkartmıştır. Konsepte “İran’ın adının” tehdit olarak bahsedilme arzusuna karşı Türkiye ‘nin direnişi sonucunda bu ifadenin metinden çıkarılması sağlanmıştır. Bunun yanısıra, uluslararası terörizm, nükleer silahlanma, balistik füze tehdidi temel tehdit unsurlar olarak ele alınmıştır.
2010’dan evvelki konsept genelde Warşova Paktı’nın herhangi bir askeri saldırısına karşı ön almak ve buna karşı savunmayı içeren savunma merkezli bir yaklaşım içerirken, 2010 konseptinde NATO’nun alanı dışında üye ülkelerin ekonomik ve askeri güvenliğini tehdit eden çatışmalara müdahale etme stratejisi yer almıştır. Bunun örnekleri zaten 2000’li yılların başında Afganistan’da uygulanmış, sonrasında da Arap Baharı sürecinde Libya’ya yapılan müdahalede yerini almıştır.
Rusya Federasyonu’nun Viladimir Putin’in başkanlığıyla birlikte, 2005 yılından itibaren uluslararası siyasetini değiştirerek yeniden süpergüç olma arayışları içine girmesi, 2008 yılında Gürcistan’a müdahelesini getirmiştir, arkasından 2014’de Ukrayna toprağı Kırım’ı işgali ve ilhak etmesi ve Donbask bölgesindeki gerilimin 2013’den beri sürdürüle gelmesi, 2015 yılında Suriye’ye rejim taraftarı bir destekle girmesi, 2018’den itibaren Libya’da Hafter taraftarı olarak ülkeye nüfus etmesi Rusya Federasyonu’nun NATO, ABD ve AB tarafından yeniden bir tehdit olarak ele alınması zorunluluğunu ortaya koymuştur.
ABD Sovyetler Birliği tehdidinin ortadan kalkması üzerine dış politikadaki önceliğini Pasifik bölgesine, Çin’in ekonomik ve askeri yükselişini kontrol etmeye kaydırmışken, Rusya’nın bu engel tanımaz siyaseti Washington’un gözlerini yeniden Viladimir Putin’in uluslararası stratejik hedeflerini sınırlamaya yönelik tedbirler alması için çevirmesine neden olmuştur. Diğer taraftan, Çin’in uluslararası kuralları hiçe sayan bir siyaset uyguluyarak gerek iç siyasette, gerekse dış ilişkilerde ekonomik ve askeri uygulamaları ABD ve Transatlantik ülkeleri için dikkate alınması gereken bir ciddiyete ulaşmıştır. Rusya ve Çin ABD’e karşı beraber hareket etme anlayışı içindedir. ABD’nin bu iki güce karşı tek başına mücadele etmektense yanına Arupa’yıda alarak kollektif mücadele stratejisi uygulaması rasyonel bir yaklaşım olacaktır. Bu birlikte mücadele için en meşru zemin NATO örgütüdür. Bu nedenle, ABD Başkanı Biden’ın “Amerika back-Amerika döndü” söylemiyle birlikte, önceki Başkan Donald Trump’ın ihmal ettiği NATO ile bağları yeniden güçlendirerek, tehdide müşterek karşı koyuşu canlandırması akılcı bir strateji olarak görülmektedir.
Şimdi NATO’nun masasında 2010 konseptine ilave olarak, o tehditlerden farklı, somut iki ciddi tehdit bulunmaktadır. Bunlar Rusya ve Çin’in dünya barışına ve ABD’e karşı oluşturduğu ekonomik, siyasi ve askeri tehditlerdir. NATO “Stratejik Konsepti’ni bu tehditlere karşı yeniden düzenleme zorunluluğu içindedir. Bunun için, sadece askeri bir örgüt olarak varlığını sürdürmesi yeterli olamayacaktır. Bu nedenle, siyasi kanadıda güçlendirerek, karar mekanizmasını sağlam bir zemine oturtması gerekmektedir. Yapılan Lider zirvesinde siyasi kanadın güçlendirme iradesinin ortaya konulması bu kaygılardan kaynaklanmaktadır.
Sonuç olarak, 2010’lu yılların akışında tehdit algılamalarının ABD ve Avrupa açısından yeniden şekillenmesi üzerine 2010 NATO Konsepti’nin kapsamının hem örgüt yapısı ve hemde tehdit boyutunu kapsayacak şekilde yeniden ele alınması zorunluluğu öncelikli olarak gündemde yerIni almıştır. Bu konsepte göre, Türkiye’nin önemi NATO örgütü içinde hem Rusya ve Çin’le ilişkilerinde ve hem de NATO’nun stratejik önceliklerinde yeniden yerini alacaktır diyebiliriz.