Share This Article
Prof. Dr. Serdar Erdurmaz
Bundan 11 yıl önce 2010 yılında NATO Soğuk Savaş dönemi konseptini bir kenara bırakarak, yeni tehditler içeren ve bunlara karşı NATO’nun pozisyonunun ne olacağını belirten yeni bir konsept ile varlığını sürdürme kararlılığını ortaya koymuştu. Soğuk Savaşın sona ermesiyle artık Sovyetler Birliği liderliğindeki Varşova Paktı tehdidi ortadan kalkmış, Federal Cumhuriyet olarak yapılanan Rusya ile Barış İçin Ortaklık projesi altında NATO ile işbirliğine girişilmişti.
Bu arada, 2001 yılında ikiz kulelere yapılan el Kaide saldırısıyla terörizm artık uluslararası bir boyut aldığını perçinleyerek global düzeyde tehdit olarak evrilmiştir. İran nükleer programı 2003 yılından itibaren gündemde yerini almış ve batının bütün dikkatini çeken bir rahatsızlığa ulaşmıştır. Kuzey Kore’nin nükleer ve balistik füze geliştirme çalışmaları da tehdidin artık farklı şekillerde küresel güvenliği tehdit ettiğini vurgular hale gelmiştir.
2010 NATO’nun Yeni Konseptinde; Uluslararası terörizm, Nükleer Silahlanma, Balistik Füze Tehdidi gibi tehditler öne çıkmış ve üye ülkelerin ekonomik, siyasi ve askeri çıkarlarına tehlike arz eden alan içi ve dışında ki bu tehditlere ne şekilde tavır alacağı kapsam içine dahil edilmiştir.
Ancak, 2003 yılında Vladimir Putin’in devlet başkanı olarak seçilmesiyle Rusya’nın uluslararası politikasında uzun vadede ortaya koyduğu saldırgan politikalar NATO’nun tehdit algılamasının sorgulanmasına neden olmuştur. 2008 yılında Gürcistan’ın işgali, 2014 yılında Ukrayna’nın toprağı olan Kırım yarımadasının ilhakı ve sonrasında Ukrayna’da yaşayan Rus azınlığı kullanarak Güneydoğu topraklarını ele geçirmek için hibrid savaşla işgal etme girişimi bu sorgulamanın gerekçeleridir. Sonrasında Rusya’nın Suriye’ye ve Libya’ya müdahalesi NATO’nun alan dışında çıkarlarına tehdit teşkil eden bir hal almıştır. Bu sorunlar devam ederken, Rusya Başkanı Putin Moskova’da bulunan NATO ofisini fesih etmekle soruna damgasını vurmuştur. Başkan Putin ülkesinin cüce ekonomik gücü ile büyük askeri müdahalelere girişerek yine süper güç formasyonunu kazanma çabası içinde Çin ile işbirliğine girişmekten kaçınmamakta olduğu siyasi gelişmelerden anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan, Çin gittikçe artan ekonomik gücü ile ABD ile rekabet ederken, bu gücünü küresel alanda etki sağlamak ve gelecekte süper güç konumuna ulaşmak için planlı strateji içinde adım adım uygulamaktadır. 60 ülkeyi kapsayan devasa Kuşak-Yol Projesi ile Orta Asya’da etkinliğini arttırırken, Afrika ve İran gibi ülkelerde yaptığı yatımlarla bu arzusunu gerçekleştirmeye çalışmaktadır. 2011 Libya krizinde 36 bin Çinli işçiyi gemilerle tahliye etmiştir. Rusya’nın Kırımı ilhakında sessiz kalmayı tercih etmiş, buna karşın Suriye’ye Batının müdahalesini BM Güvenlik Konseyi’nde veto etmiştir. ABD’ne karşı Rusya ile birlikte hareket etme siyaseti hem Washington ve hem de Avrupa Birliği başkentlerinde rahatsızlık yaratmaktadır. BRİCS ülkelerinin üye olduğu Şanghay merkezli Yani Gelişim Bankası’nı Dünya Bankası’na alternatif olarak kurmuş ve Çin Bretton Woods’u olarak lanse etmiştir. Asya Gelişme Bankası ile rekabet amacıyla Asya Altyapı Yatırım Bankası’nı kurmuştur.[1]
Çin Silahlı Kuvvetleri harp silah ve araçları açısından teknolojik sofistike sayılmasa da çevresindeki küçük ülkelere göre ezici bir üstünlüğe sahiptir. Buna nükleer ve balistik füze yeteneğini de eklersek karşı konulamaz bir güç oluşturmaktadır. Çinli liderler ABD’nin hedefinin ülkelerinin stratejik ve askeri olarak Asya kıtası üzerindeki etkisini sınırlama olduğuna inanmaktadır.
Çin harp silah araçlarının geliştirilmesi ve balistik füze teknolojilerinin saldırgan ülkelere transferi gibi konularda kural tanımaz bir tavır sergilemektedir. Özellikle Kuzey Kore ve İran ile bu konudaki işbirliği dikkati çekmektedir. Kendi silahlı kuvvetlerini modern silahlarla teçhiz etmekte ve bu konuda batı ile rekabet edecek stratejiler izlemektedir. Tayvan’a karşı işgalci tutumu, Hong Kong’un statüsünü değiştirme çabaları Çin’in gelecekte önemli bir tehdit unsuru olacağı çanlarını çaldırmaktadır.
ABD’nin Çin ile ekonomik rekabeti bütün dikkatini bu ülke üzerine çevrilmesine neden olmaktadır. Halen Çin gittikçe büyüyen bir dev olarak görüntü vermektedir. Çin’in 14’ncü Beş Yıllık Planı (2021-2025) incelendiğinde temel hedeflerden birinin, Bölgesel liderliğe ulaşmak ve küresel ekonomik bir güç olmak; diğerinin ise, ABD ile büyük güç olma rekabetini sürdürmek olarak belirlenmiştir. Rusya ile işbirliği ve güçlerin birleştirilmesi sonucunda Soğuk Savaş döneminden daha zorlu bir yapının sahnelenmesi gerçek olacaktır.
Bütün bu olumsuzluklar NATO’nun 2010 Konseptini gözden geçirerek yeniden ele alınması zorunluluğunu gündeme getirmektedir. 2010 konseptinde belirtilen tehditler genelde devam ederken, şimdi Çin ve bunun yanı sıra Rusya yeniden tehdit olarak NATO gündemini işgal etmektedir. Konseptin bu hassasiyetlere göre yeniden ele alınması gerekmektedir.
NATO’nun Çin ve Rusya’yı tehdit kapsamına alarak diğer mevcut tehditlerle birlikte önlem alabilmesi üç temel faktör ışığında değerlendirilebilir.
Birinci faktör, NATO örgütünün sahip olduğu gücün etkinliği. Bilindiği gibi 2010 konseptinde üye ülkelerin alan içinde olduğu kadar alan dışı çıkarlarının korunmasında NATO’nun görev alması söz konusuydu. Rusya ve Çin’in NATO üyesi ülkeler ve özellikle ABD aleyhine yapacağı girişimlere karşı nasıl bir güç birliği sağlayabileceği soru işaretidir. AB’nin doğalgaz ihtiyacının büyük kısmı Rusya tarafından sağlanmaktadır. Bu AB için kaçınılamaz bir bağımlılıktır. AB yeni alternatif arayışlar içindedir. Bu nedenle Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğalgaz rezervleri AB için stratejik öneme sahiptir. Çin ile ilişkilere gelince AB Çin ile ilişkileri geliştirmeye çalışmış ve Aralık 2020’de Kapsamlı Yatırım Anlaşması konusunda karşılıklı anlaşma sağlanmıştır. Ancak, Çin’in uluslararası kural tanımaz dış politikası ve AB üyesi ülke şirketlerine karşı uyguladığı baskıcı politikaları nedeniyle AB bu anlaşmayı onaylamamış ve Mayıs 2021’de stratejik ekonomik konularda bağımlılığı en aza indirmeye yönelik bir yol haritası izleme konusunda karar almıştır. AB Çin’i “sistemsel rekabet” içinde olan bir ülke statüsünde değerlendirmeye almıştır.[2] Diğer bir değişle Çin’in tek adam yönetimi ve parti sistemi ile demokratik teamüller dışında yönetilmesi ve bunun yaygınlaşması durumu (Hong Kong durumu) demokratik batı için tehdit algılaması yaratmaktadır. ABD için olduğu kadar AB içinde potansiyel ekonomik tehdit konumuna yükselmiştir.
Burada asıl olan NATO’nun gücünü nasıl kullanacağındadır. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliğine karşı askeri gücün kullanılmasıyla denge sağlanmaktaydı. Bu denge siyasi güç ile desteklenmekteydi. Yeni konsepte güç kavramı özellikle Çin’e karşı büyük ölçüde askeri olmaktan ziyade ekonomik ve siyasi güçlerin hibrid olarak kullanılması şeklinde oluşacaktır. Askeri güç üçüncü öncelikte destekler vaziyette yerini muhafaza edecektir. Farklı olarak, Rusya’ya karşı bir taraftan askeri güç etkin şekilde kullanılırken, siyasi ve ekonomik güç önceliklere göre etkin olabilecektir. Bütün bu elastikiyet NATO içinde mevcut statüde sağlanabilecek midir? sorusu önem kazanmaktadır.
İkinci etken, NATO örgütü kapsamında uygulanacak siyaset nasıl olmalıdır? Bu oldukça karmaşık bir konu olarak üye ülkelerin başını ağrıtacaktır. AB ülkeleri daha birlik içinde karar alarak egemenlik haklarından feragat etmeyi gerektiren siyasetleri kabul etmekten uzak görünmektedir. Bu soruna bir de ABD ve üye olmayan NATO üyesi ülkelerin işbirliği eklenecektir. Bu durumda NATO-AB çatışmasını gündeme getirecektir. NATO içinde birlik olarak tek bir siyasi yaklaşımı uygulamak NATO’yu muhtemelen AB üstünde bir kurum durumuna dönüştürecektir. Avrupa ülkeleri özellikle Fransa, sonrasında Almanya bu durumu nasıl karşılayacaktır. AB kendi ordusunu kurma arzusunda iken, yeni konseptte Rusya yanında Çin’inde potansiyel tehdit olarak değerlendirilmesi, AB’nin bu girişimini nasıl etkileyecektir. Bütün bu sorulara cevap bulunması kolay olmayacaktır. Daha evvelde bahsettiğimiz gibi, Avrupa ülkelerinin çoğunluğunun enerji ihtiyacı açısından Rusya’ya bağımlılığı bu konsepte nasıl ele alınacak ve siyasi inisiyatifin oluşmasına imkân verecektir. Burada asıl olan sorulardan biriside, ABD, AB üyesi ülkelerin ve AB üyesi olmayan üye ülkelerin Rusya ve Çin’i siyasi, ekonomik ve askeri anlamda ne kadar tehdit olarak algıladıkları ölçüsüdür. Bazı üye ülkeler için biri tehdit algılanarak, diğeri algılanmayabilir veya hiçbirisi tehdit teşkil etmeyebilir. Bu konuda uyum nasıl sağlanabilecektir?
Son olarak, finansman kaynakları ve teknolojik üstünlüktür. NATO’da üye ülkelerin mali katkıları önem arz ediyor. Hatırlanacağı gibi, ABD Başkanı Donald Trump Avrupa’nın NATO’ya katkısının son derece düşük olduğunu ifade ederek, daha fazla fedakârlık istemişti. Bu durumda yeterli finansman ve teknolojik olarak modern silah ve teçhizata sahip NATO’nun nasıl tesis edilebileceği gündemi işgal edecektir. Çünkü, artık NATO’nun karşısında aktif siyaset ve askeri politika izleyen Rusya’nın yanında bir de küresel iddialara sahip ekonomik dev, rekabetçi Çin olacaktır. Bu durumda stratejik olarak iç hat konumunda olan NATO’nun aynı anda iki potansiyel ile mücadelesi hem maddi (askeri ve teknolojik) ve hem de siyasi anlamda son derece güç olabilecektir. Bu bakımdan, ABD ve AB ile üye olmayan ülkelerin mutlak uyumu gibi bir sorun NATO’nun varlığını sarsabilecektir.
Türkiye’nin Pozisyonu
Ankara Washington ve AB ile bugünlere gelen bir gerilim politikası içindedir. Bu gerilimin NATO ile ilişkilere yansıması kaçınılmaz olarak görülmektedir.
ABD ile 2011 yılında ABD ile Suriye krizi ile başlayan işbirliği 2013-14 yıllarında ISIL’ın sahneye çıkmasıyla yeni bir boyut kazanmış ve karşıtlığa dönüşmüştür. Burada ABD’nin YPG/PYD’i ISIL’a karşı kullanma arzusu ve Ankara’nın bu örgütü terörist PKK’nın uzantısı olduğunu ısrarla anlatmasına rağmen inatla terörist örgüt ile müşterek hareket etmesi Ankara Washington çatışmasının temelini oluşturmuştur. Bunun üzerine Ankara Moskova ile işbirliğine girmiş ve devamında da Rusya’dan satın alınan S-400 füze savunma sistemi gerginliği onarılması zor boyutlara taşımıştır. [3] Amerika’da Joe Biden’ın başkan seçilmesiyle Türkiye beklediği ilgiyi görememiştir. Ankara’nın F-16 savaş uçaklarının modernizasyonu ve 40 adedinin satın alınmasına karşı ABD Kongresinin olumsuz tavrı mevcut ilişkilerdeki olumsuzluğu derinleştirecek gibi görünmektedir.
Diğer taraftan AB üyesi ülkelerden Hollanda ve Almanya ile oluşan siyasi kriz belirli ölçüde ilişkilerin yaralanmasına neden olmuştur. Doğu Akdeniz’de doğal gaz rezervlerinin keşfi Kıbrıs Rum kesimi ve Yunanistan, Mısır ve İsrail ile ortaya çıkan krizde AB’nin tavrı Türkiye’nin deniz hak ve menfaatlerini göz ardı eden bir boyuta ve dışlanmaya çalışılmasına neden olmuştur. Washington’da bu tavrı desteklemiştir. Bu bağlamda, Yunanistan AB’ne Türkiye’ye yaptırımlar uygulanması için devamlı baskı içindedir. Son olarak, 10 büyükelçinin Osman Kavala hakkında ültimatom niteliğinde yaptığı talep AB’nin ve ABD’nin Ankara’ya yaklaşımı hakkında ipuçları vermektedir. Nihayetinde, bir devlet memuru olan devleti temsil eden büyükelçilerin kendi merkezi hükümet yetkililerinin onayı olmadan bu tür bir davranış içine giremeyecekleri bir gerçeği yansıtmaktadır.
Hal böyle iken, yeni NATO konsepti çerçevesinde Rusya ve Çin’i tehdit kapsamına alınması durumunda Türkiye’nin pozisyonu ne olacaktır. Kararların oybirliğiyle alındığı NATO örgütünde Ankara’nın aykırı davranışları zaten gerilimli olan siyasi ilişkiler nedeniyle dışlanması durumunu getirebilir mi? NATO üyesi olarak tehdit değerlendirmesi içinde ismen zikredilecek olan Rusya ve Çin ile Türkiye ilişkilerini düzenlemede nasıl bir yol takip edecektir? Ankara’nın tavrının zaten aşırı gergin olan ABD ve AB ilişkilerini olumlu veya olumsuz anlamda etkileyeceği muhakkaktır. Bu anlamda, Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı’nın tarihten gelen devlet geleneği ile her türlü olasılığı dikkatle değerlendirerek, Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği Batı değerlerinden ve medeniyetinden sapmadan NATO örgütü içinde uyumlu işbirliğini tesis ve devam ettirmesi gereğine inanmaktayız.
[1] CHINA’S FUTURE | The Economist,
[2] EU says China is a systemic rival, human rights is main issue, Reuters, EU says China is a systemic rival, human rights is main issue | Reuters
[3] Bakınız; ABD Başkanı Joe Biden’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Ile Görüşmemesinin Nedenleri, https://foreignpolicy.org.tr/abd-baskani-joe-biden-cumhurbaskani-recep-tayyip-erdogan-ile-gorusmemesinin-nedenleri/