Share This Article
ABD’nin Ortadoğu Politikası: Biden ve Bölgesel Barışın Sağlanmasında Nafile Çabalar
Doç. Dr. Sinem Ünaldılar
İsrail’in 7 Ekim’den beri Gazze’de devam eden ve pek çok açıdan insanlık suçu olarak ifade edilebilecek saldırıları aynı zamanda topyekün bir savaşın tetikleyicisi olması ihtimali açısından aylardır endişe ile izlenen bir süreci beraberinde getirdi. Hizbullah ve Hamas liderlerinden Fuat Şükür ve İsmail Haniye’nin öldürülmesi sözü edilen endişeleri daha üst boyuta taşırken İran ve İsrail arasında gerçekleşecek bir savaşın uluslararası ilişkilerdeki tüm aktörler açısından tedirginlik yarattığı açık. Savaş riski aynı zamanda uzun süredir sözü edilen sistemsel bir değişimi ifade ediyor. Bölgesel aktörlerin ve ABD’nin dış politika tercihleri bütün bir sistemin dönüşümü açısından da önemli.
İran ve müttefikleri, gerçekleşen suikastleri ve Haniye’nin İran topraklarında öldürülmesini elbette kendilerine karşı bir meydan okuma olarak algıladılar. İran yönetimi misilleme konusunda kesin konuşurken diğer yandan topyekün bir savaşın vereceği zararın ve yıkımın farkında. İran için doğrudan bir savaş, İsrail’in nükleer kapasitesi ve ABD desteği düşünüldüğünde kendisi için ağır bir bedele sebep olabilir. Bu nedenle İran’ın daha önce de yaptığı misilleme saldırıları sınırlı olmuştu. Bununla birlikte geçmiş saldırılara İran’ın verdiği karşılık caydırıcılık kapasitesini de ortaya koyar nitelikteydi. Aslında suikastlerden önce reformist bir siyasetçi olan Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, Trump döneminde ABD’nin çekildiği Kapsamlı Ortaklık Eylem Planı için Batı ile yeniden diyalog kurma niyetindeydi. Bu açıdan nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması açısından da bir umut doğmuştu. Ancak suikastlar sonrası gelinen noktada İran, büyük bir bölgesel savaşın eşiğinde. Bu çerçevede İsrail’in İran’ı savaşın içine çekmek istediği açık. Bu açıdan İsrail, ABD’nin bölgesel bir savaşı engelleyecek girişimlerini daha az dikkate alıyor. Askeri misillemelerin giderek tırmandığı koşullar gelecek bir savaşın da fitilini ateşliyor. İran dışında bölgede İsrail’e karşı duran devlet kalmamış olması ve Irak, Mısır ve Suriye’nin artık bir tehdit oluşturmuyor olması, İran’ın çözülmesini İsrail için gereklilik haline getiriyor. Bununla birlikte İsrail, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Bahreyn gibi ülkeleri yanına çekme peşinde. Bununla birlikte Netenyahu ve sertlik taraftarları Hamas’a karşı kesin bir zafer istese de İsrail’de de ateşkes yanlısı ve rehineleri öncülleyenlerin tutumu İsrail iç politikasında da değişen tutumları ortaya koymakta.
Ortadoğu’nun kaotik ve karışık denklemi ABD için işleri zorlaştırıyor. İran ve İsrail arasında olası bir savaşı istememekle birlikte bir saldırı söz konusu olduğunda İsrail’in yanında yer alacağını açıkladı. Bununla birlikte bir yandan seçim nedeniyle iç politikada hareketli günler yaşayan Washington yönetimi, diğer yandan bu önemli meydan okumayla karşı karşıya. Biden’in tükenen fiziksel gücü, güç toplamaya çalışan Harris’in iç politika telaşı ve Trump’ın Ortadoğu’ya dair kendi planları söz konusuyken ABD’nin istikrarlı ve güçlü bir Ortadoğu politikası formüle etmesi konusunda dikkatinin dağılması doğal. Trump seçim kampanyası konuşmalarında hem Rusya-Ukrayna hem İsrail-Gazze için kendi çözümleri ile yol alıp bölgesel savaşları bitireceğini belirtti.
Başkanlık yarışından çekilen Biden’ın ise bu şartlar altında bölgesel barışı sağlaması güç bir olasılık olsa da görevden ayrılmadan önce olasılıkları değerlendirmek hatta İran’a karşı caydırıcı bir hat yaratacak olan Suudi-İsrail normalleşmesi için anlaşma sağlamak ABD’nin önceliklerinden birisini oluşturuyor. Bu çerçevede Biden’ın savaşı sürdürmeye ve genişletmeye kararlı ve iki devletli çözüm önerisini de reddeden Netanyahu ile bölgesel barışı sağlaması imkansız görünüyor. Diğer yandan Netenyahu ile yaşadığı tüm fikir ayrılıklarına rağmen ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki İsrail’i desteklemek dışında bir seçeneği de yok. Bu nedenle bir yandan ateşkes çağrılarında bulunurken diğer yandan İsrail’e 3,5 milyar $’lık askeri yardım paketini onaylayan bir yönetimle karşı karşıyayız.
Afganistan müdahalesi ve Irak Savaşı Ortadoğu cehenneminin kapısını aralamakla kalmadı aynı zamanda ABD’nin hegemon rolüne büyük zarar verdi. Uluslararası hukukun hiçe sayılması, ABD’nin yumuşak gücünün erimesi ve uluslararası kamuoyunda kaybedilen rıza, ABD’nin sistemdeki rolünü de sarsmış oldu. Suriye iç Savaşı’nda da Ortadoğu performansı beklenilenin altında kalan ABD, bölgede Rusya ve İran’ın güçlenmesini kendi hatalarıyla perçinledi. Çin ve Rusya İran’ın en iyi müttefikleri haline gelirken ABD’nin özellikle Trump sonrası dönemde bölgede etkin bir performans sergilediğini söylemek güç. Başkan Bush ile başlayan ABD dış politikasının karanlık dönemi üst üste yapılan hatalarla Obama ve Trump dönemi ile devam etti. Dolayısıyla ABD’nin gücündeki yıpranmanın en önemli köşe taşlarından birisi elbette Ortadoğu bölgesinde yapılan hatalar. Tek taraflı hukuksuz müdahaleden, sivillere karşı kullanılan kimyasal silahlara kırmızı çizgi çekmeyi becerememeye, bölgeden erken çekilmekten PYD/YPG’yi desteklemeye varan hatalar zinciri bulunduğumuz noktanın mimarı. Son yaşanan gelişmeler çerçevesinde ise ABD Ortadoğu’da Soğuk Savaş döneminde yaptığı hataları tekrarlıyor gibi görünüyor. Soğuk Savaş yıllarında seküler, milliyetçi ve karizmatik liderler olan Nasır ve Musaddık ile kurulamayan ilişkiler bölge için iyi sonuçlar doğurmamıştı. Günümüzde de Ortadoğu’yu kontrol altında tutabilmek için bölgenin güçlü aktörleri ötekileştirilirken kendi vatandaşlarına hayrı olmayan Suudi Arabistan gibi bir ülkeye umut bağlanması, ABD’nin geçmişten ders çıkaramadığının pek çok örneğinden birisi. Bu bağlamda ABD’nin Suudi Arabistan’a havadan karaya bazı mühimmat transferleri üzerindeki askıya alma kararını kaldırdığını söylemek gerekir. Silah satış yasağını kaldırmanın yanı sıra Biden yönetimi, Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesini öngören geniş bir anlaşmanın parçası olarak Riyad ile bir savunma anlaşması ve sivil nükleer iş birliği anlaşması için müzakereler yürütüyor.
ABD, Afganistan’dan çekilirken başkan Biden ABD’nin 9/11 ile başlayan bitmeyen savaşlar kabusunu bitirmeye niyetliydi. Ancak çekilmenin peşi sıra Ukrayna Savaşı’nın başlaması, ABD savunma sanayini Ukrayna’nın bitmeyen askeri ihtiyaçlarını karşılamak durumunda bırakmış, Kongre de bir dizi yardım paketinin finansmanı ile boğuşmak durumunda kalmıştı. Ardından gelen 7 Ekim Hamas’ın İsrail saldırıları, ABD’nin bir cephede Ukrayna’yı diğer cephede de İsrail’i desteklemesini beraberinde getirdi. Kendisini dolaylı da olsa yeniden savaşın içinde bulan ABD açısından verilen askeri ve ekonomik destek kendisi için fedakarlık olsa da Biden yönetimine göre bugün verilen kararlar geleceğin belirleyicisi olacaktı. Ancak Biden, Hamas ile İsrail arasında bir ateşkes hayal etse de kendi yönetiminden geriye barış değil kaos kalacak gibi görünüyor.
ABD bölgede başarıdan uzak bir dış politika izlerken, Rusya eski savunma bakanı Sergey Şoygu’yu Pezeşkiyan ile görüşmeye gönderdi. Rusya’nın İran’a gelişmiş hava sistemleri, radarlar ve SU35 jetleri gönderdiğini de belirtmek gerekir. Rusya ve Çin geniş kapsamlı bir savaşın tetikleyicisi olmamak adına İran’ın misilleme saldırısının sivillere zarar vermemesi gerektiğini belirtseler ve BM nezdinde İran’ı açıkça destekleyemeyecek olsalar da yine de İran’ın en büyük destekçileri.
Uluslararası ilişkiler, büyük güçlerin her cephede birbirilerini yokladıkları bir mücadele alanına dönüştü. Rusya-Ukrayna Savaşı, İsrail-Gazze Savaşı ve belki gelecekte Uzakdoğu’da başlayacak çatışmalar, tam da öngörüldüğü üzere sistem değişiminin alametleri. Hem bölgesel güçler hem de küresel güçlerle baş etmeye çalışan ABD’nin ise Soğuk Savaş döneminde uyguladığı politikalardan daha kapsamlı, daha derin ve gerçekçi politikalara ihtiyacı var. Fiziksel gücü tükenmiş bir başkan ile savaşı mutlaka bitireceğini söyleyen ancak yöntemlerinden kimsenin emin olamadığı bir başkan adayı arasında sallanan ABD dış politikasının formülasyonu için daha iyisi gerekiyor.