Share This Article
Prof. Serdar Erdurmaz
Ankara’nın ana gündemi Afganistan ve Afgan göçmenleri iken, hemen yanı başında ülkenin bekasıyla doğrudan ilintili olarak ortaya çıkan yeni durum dikkatlerin tekrar Suriye’ye çevrilmesine neden olmuştur.
Rusya devlet Başkanı Vladimir Putin Suriye rejiminin Başı Başer Esad ile 14 Eylül 2021 tarihinde Kremlin Sarayı’nda görüşmüştür. Görüşmede Rusya Başkanı Putin Esad’a, ülkenin %90’ını kontrol ederek, terör ile mücadele başarı gösterdiğini ifade ederek, asıl sorunun BM kararı olmadan ve Suriye devletinin daveti olmadan Suriye’de bulunan yabancı silahlı kuvvetlerden kaynaklandığını ifade etmesi Ankara’nın uluslararası siyaset gündeminde yerini almıştır.
Rusya ve İran’ın Batı tarafından meşru kabul edilmeyen Başer Esad yönetimindeki rejimin daveti ile ülkede bulunması bu ülkelere hukuki anlamda meşruiyet sağlamaktadır.
Türkiye ise, BM’nin 51’nci maddesi gereği kendi bekası için Suriye’deki gelişmelerin tehdit oluşturması nedeniyle meşru savunma hakkından kaynaklanan müdahaleyi yapmıştır. Bunun yanı sıra, 1998 yılında Suriye ile imzalanan ve PKK örgütü başı Abdullah Öcalan’ın Suriye’de yuvalanması ve Suriye’nin terör faaliyetlerine destek vermesinin savaş sebebi sayılacağının ilan edilmesi üzerine rejim ile yapılan Adana Mutabakatı, 21 Aralık 2010 tarihinde iki taraf arasında imzalanan “Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması” altında geliştirilmiştir. Ayrıca BM Güvenlik Konseyi’nin 2170 (2014), 2178 (2014), 2249 (2015) ve 2254 (2015) sayılı Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğü teyit eden, DEAŞ ve benzeri terörist örgütlerin faaliyetlerine karşı devletlerin gerekli tedbirleri almasına yönelik kararları gereği Türkiye Şah Fırat Operasyonu, Beşika Müdahalesi, Fırat Kalkanı Harekâtı ve Zeytin Dalı Harekâtını uluslararası hukuka uygun bir şekilde uygulamıştır. Ayrıca, Türkiye’nin yönetilemeyen alanlardan gelen DEAŞ, PKK, PYD/YPG saldırılarına karşı sınır ötesinde güvenli bölgeler oluşturmak için Suriye’de bulunması “Meşru Müdafaa Hakkı’nın” bir zarureti olarak görülmektedir. Bu bakımdan Rusya’nın bahsettiği yabancı silahlı kuvvetler kavramına Türkiye’nin girmediği değerlendirilmektedir.
Ancak, on bin kilometre öteden ABD’nin de-facto olarak Suriye’ye müdahalesi ortaya çıkan yeni konjonktürde soru işareti olarak durmaktadır.
Nedir bu yeni konjonktür?
2011 yılında patlak veren Arap Baharı rüzgârı ile Başer Esad’ın yönetimindeki Suriye rejimi devrilecek ve Büyük Orta Doğu Projesi gereği demokratik, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğünü öne çıkaran reformları yapacak yeni bir yönetim tesis edilecekti. Bu hedef ABD liderliğinde gerçekleştirilecekti. Washington Ankara ile birlikte bu amaç doğrultusunda hareket ederken, birden sahneye DEAŞ çıkmıştır. Irak’ta ve Suriye’de etkinlik gösteren aşırı dinci İslami örgüte karşı ABD askeri tedbir alma ihtiyacı duymuş ve rejimin yıkılması hedefini değiştirerek önceliği DEAŞ’ın ortadan kaldırılmasına vermiştir. ABD bu doğrultuda Suriye’de bulunan PYD/YPG ile işbirliği yapmaktan kaçınmamıştır. Ankara en yüksek perdeden Washington’a PYD/YPG’nin PKK uzantısı terör örgütü olduğunu ve işbirliği yapmasının doğru olmadığını iletti. ABD’nin Ankara’yı dikkate almaması ve işbirliğini sürdürmekte ısrar etmesi üzerine Türkiye ABD ile birlikte hareketten vazgeçti ve Rusya ve İran ile ittifak kurmuştur.
Gelinen noktada, Türkiye DEAŞ, PYD/YPG’e karşı gerekli askerî harekâtı icra edecek statüsünü sürdürmektedir. DEAŞ etkinliğini kaybetmiş görünmektedir. Ancak, ABD Fırat nehri doğusunda konumunu davetsiz misafir olarak sürdürmek durumunda kalmıştır. Çünkü, ABD rejime karşı hedefini değiştirince mevcut rejim yine Başer Esad yönetiminde etkinliğe kavuşarak, Rusya ve İran’ın desteği ile Suriye’nin meşru hükümeti olarak varlığını devam ettirme imkânı bulmuştur. Halen Suriye’de uluslararası hukuka göre meşru sayılan hükümet yapılan seçimle yenilenen Başer Esad rejiminin yönetimindeki yapıdır. Bu hükümete göre ABD davetsiz olarak işgalci konumunda bulunan tek ülke olarak görülmektedir.
Örnekten anlaşılacağı üzere uluslararası siyaset doğrusal bir yol takip etmekten oldukça uzaktır. Akan suyun arazide kendi yolunu çizmesi gibi, uluslararası ilişkilerde gelişmelere göre şekillenmektedir. 2011 başında yıkılması arzu edilen Esad rejimi bugün, gelinen noktada Suriye’yi temsil eden meşru hükümet konumundadır. Hem Ankara’nın ve hem de ABD ile Batı’nın muhatap olarak alması gereken Başkan yine Başer Esad’dır. Bu hükümete göre, ABD ve Türkiye davetsiz, işgalcilerdir. Buna karşın, Türkiye BM kararları ve yine Suriye hükümeti ile imzalanan anlaşmalara uygun şekilde sınır ötesi harekât yapma ve güvenli bölge tesis etme hakkına sahip görülmektedir. Her şeyin ötesinde, gelecekte Washington ve Ankara Başer Esad ile siyasi ilişkileri yeniden tesis etmek zorunda kalacaklardır. Bu husus özellikle, geçici mülteci statüsündeki Suriyelilerin geri gönderilmesinde yapılacak görüşmelerle gündeme gelecek gibi görünmektedir.