Share This Article
SAVAŞLAR, ARTAN REKABET VE MÜTTEFİKLİK İLİŞKİLERİ ÇERÇEVESİNDE TRUMP’IN İKİNCİ DÖNEMİ
Doç. Dr. Sinem Ünaldılar
Yemin tarihi 20 Ocak olarak belirlenen Başkan Trump’ın yeni döneminin nasıl şekilleneceğine dair tüm dünyada bir bekleyiş başladı. Vesayet savaşlarının sürdüğü, Ortadoğu’nun yangın yerine döndüğü, Suriye’de rejimin değiştiği ve küresel blokların güçlendiği bir dönemde Trump’ın yeni döneminde izleyeceği muhtemel politikalar da önem kazanıyor.
Dış politikada Amerika’nın çıkarlarını uluslararası sistemin işleyişinin önüne koyan başkan ilk döneminde korumacı politikalarıyla öne çıkmıştı. Bu çerçevede politik ekonomi açısından bakıldığında Donald Trump, korumacılık konusundaki ısrarını sürdürecektir. Trump, başkanlık görevini devraldığında Meksika ve Kanada’dan gelen tüm ürünlere yüzde 25, Çin’den gelen ürünlere ise ilave yüzde 10 gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Ancak yüksek gümrükler sadece bu üç ülkeyle bitmeyecek. Özellikle ABD ekonomisinin fazlaca ticaret açığı verdiği Kore, Tayvan ve Vietnam gibi Asya ülkeleri de yüksek gümrük vergilerine dahil olacak. AB ile ticarette Trump’ın ilk döneminde artmış olan vergiler ise Biden döneminde zaten düşürülmüş değildi. Dolayısıyla Biden iktidarında sadece dış politika konularındaki anlaşmazlıkların değil ticaretteki anlaşmazlıkların da çözüleceğini düşünen AB ülkeleri bu açıdan biraz hayal kırıklığı yaşamış durumdalar. AB ile ticarete uygulanacak vergilerin gelecek dönemde daha da arttırılacağı öngörülebilir. Trump, Mega Serbest Ticaret Anlaşmaları’na başından beri sıcak bakmıyordu. Bu nedenle başkanlığının ilk döneminde AB ile müzakereleri dokuz tur sürmüş Transatlantik Yatırım ve İşbirliği Anlaşması (TTIP) ve Uzakdoğu ülkeleriyle yapılacak Transpasifik İşbirliği Anlaşması gibi pek çok anlaşmadan çekilmeyi uygun görmüştü. Bu çerçevede ticarette korumacı politikaların ikinci dönemde de devam edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Transatlantik ilişkilere gelince bu konuda sorun yaşanması oldukça muhtemel. Trump’n ilk dönemi Avrupalı partnerleri ile önemli problemler yaşayarak geçmişti. En önemli sorunlardan biri NATO üyesi ülkelerin GSYH’lerinin %2 sini NATO harcamalarına ayrılmaları gerekliliğine rağmen Avrupalı müttefiklerin bu eşiğin altında kalmasına dair Trump’ın yönelttiği eleştirilerdi. Rusya Ukrayna Savaşı’nın neden olduğu açık tehdidin etkisiyle Avrupalı müttefiklerin 23’ü artık savunma harcamalarını karşılayabiliyor. Bu bağlamda Trump’ın en azından savunma konusundaki eleştirilerinin azalacağı düşünülebilir. Ancak başkan yine de sorumluluk alma konusunda Avrupalı partnerlerini daha fazla zorlayacaktır. Bununla birlikte Ukrayna Savaşı’nın sonlanması gerektiğini düşünen Trump’ın barış ve ateşkes konusunda masaya ne getireceği de henüz net değil. Rusya Ukrayna Savaşı’nın kırılma noktasına geldiğini söyleyen AB Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in AB üyelerine daha fazlasını ve daha hızlısını yapmak için çağrıda bulunduğu malum. Savaş, Ukrayna ve müttefiklerin aleyhinde şekillenirken ABD’nin savaşı sonlandırmaya dair fikirlerini, AB üyelerinin onayı olmadan uygulamaya koyması yeni huzursuzluklar yaratacaktır. Rusya’nın Suriye savaşının kaybedeni olduğu düşünüldüğünde Ukrayna’da kaybetmeye tahammülü olmayacağı açık ve Suriye’den gerektiği kadar gürültü koparamadan çekilmesini Ukrayna’dan nispeten kazançlı olarak masadan kalkmak istemesine bağlayanların sayısı oldukça fazla. Bu çerçevede 20 Ocak tarihinden sonra önemli ABD’nin önemli önceliklerden birisini Rusya-Ukrayna savaşının sona ermesi oluşturuyor ve AB’nin bu konuda söz hakkı yine kısıtlı olacaktır.
Çin-AB-ABD ilişkileri ise başka bir sorun başlığı. AB’nin Çin ile ticaret hacminin oldukça yüksek olması, ABD’yi oldukça huzursuz ediyor. Özellikle bilişim sektöründe Çin’in AB pazarından uzak kalması ABD açısından çok önemli ve partnerlerine bu konuda olabildiği kadar baskı uyguluyor. ABD ile AB’nin kurduğu Çin’e Karşı Ortak Diyalog Mekanizması, Asya Pasifik’e Karşı Ortak Diyalog Mekanizması ve AB-ABD Teknoloji ve Ticaret Konseyi gibi mekanizmalar, Çin ile yapılacak ticaretin ABD açısından önemini gösterir nitelikte. Yapay zeka, çip ve yarı iletkenler, 6G gibi gelişen teknolojiler, çevrim içi platformlar ve güvenli bağlantılar gibi konu başlıkları ise ABD’nin en hassas bulduğu alanlar. Bununla birlikte tedarik zincirleri konusunda Çin’e bağımlılığı süren ve Çin ile yapılan ticaretin ucuz olmasının getirdiği avantajdan faydalanan AB’nin ABD’nin baskılarına ne kadar uyacağı belirsiz. Muhtemelen Trump döneminde bu konudaki baskılar da aratacaktır.
Son dönemde uluslararası ilişkilerin değişmez konu başlıklarından biri yükselen güçlerin sistemde yarattığı meydan okuma oldu. BRICS grubunun toplantıları, Şangay İşbirliği Örgütü’nün Zirveleri, ASEAN’ın bölgesel ticarette yakaladığı başarı ve elde ettiği hacim ile bu bloklar ve örgütler isimlerinden çok söz ettiriyor. ABD’nin hegemon gücünün her gün daha fazla sorgulandığı bir dönemde Çin ve Rusya’nın başını çektiği meydan okuma giderek sertleşiyor. Trump, sözü edilen meydan okumaya başkan Biden’dan daha sert yanıtlar vereceğini gösterdi. Başkan, BRICS ülkelerinden rezerv para birimi olarak ABD dolarını kullanma taahhüdünde bulunmalarını istedi ve eğer doları terk ederlerse BRICS üyelerine % 100 vergi uygulayacağını açıkladı. Tüm bu gelişmeler Trump’ın ikinci döneminde bloklar arası rekabetin artacağını gösteriyor.
Dünyanın içinden geçtiği bu kaotik dönemde dış politikada şahin ve pragmatist bir yol izleyeceğini düşündüğümüz Trump yönetiminin Türkiye ile ilişkilerinin nasıl şekilleneceğini sorduğumuzda kesin analizler ortaya koymak kolay değil. Biden döneminde ABD’nin PYD/YPG desteği, Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasının yarattığı ekonomik kayıplar, F-16 alımında yaşanan problemler, Suriye konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle pek çok sorun yaşanmıştı. Başkan Trump, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ile kurduğu ikili diyalog bağlamında Biden dönemine göre daha ılımlı politikalar izlemiş ve Türkiye’ye uygulanacak CAATSA yaptırımlarını hafifleterek uygulama yoluna gitmişti. Aslında Türkiye’yi haklı bulduğunu belirtmiş ancak Kongre ve güvenlik bürokrasisi baskısı yüzünden tamamen kendi çizdiği bir politika izleyememişti. Bununla birlikte taraflar ikili heyet görüşmeleri bağlamında önemli yol katetmişti. Bu çerçevede ABD-Türkiye ilişkilerinin Trump’ın ikinci döneminde daha olumlu seyredeceği öngörülebilir. Bununla birlikte Suriye’de gerçekleşen rejim değişikliği pek çok dinamiği değiştirmiş durumda. ABD’nin Rusya-Ukrayna savaşını bir an önce sonlandırmak istemesi gibi uzun vadede Suriye ile uğraşmak istemediği de bilinen bir gerçeklik. Suriye’de bir yandan Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) tarafından ilan edilen geçici hükümet, ülke içi istikrarı sağlamaya çalışırken diğer taraftan kontrol ettiği bölgeyi korumaya çalışan Suriye Demokratik Güçleri (SMO), Suriye’de istikrarı sağlamanın uzun sürebileceğini gösteriyor. Bu çerçevede ABD tarafından desteklenen SMO (farklı gruplardan oluşan ancak omurgasını PYD/YPG’nin oluşturduğu güçler) ile çatışmaların devam ettiği bir tabloda Türkiye- ABD ilişkileri de bıçak sırtı bir hassasiyette gidip geliyor. Trump’ın Türkiye’nin Suriye için kilit oyuncu olduğuna dair yorumlarını Türkiye’nin lehine yorumlamak mümkün ancak ABD’nin bölgeden tamamen çekilmese de askeri gücünü azaltması, görece istikrar kavuşmuş Suriye ve İsrail ile dengelenmiş bir bölge jeopolitiğini gerektiriyor. ABD ile Türkiye ilişkilerinin nasıl seyredeceği, Batı ittifakı tarafından kendisine şans verilmiş geçici hükümetin ülke içindeki istikrarı nasıl inşa edeceği ve Türkiye’nin de Suriye üzerinde sahip olduğu etkiyi nasıl kullanacağına bağlı. Suriye’deki gelişmelerin fırsatlar ve ABD ile ilişkiler açısından dönüm noktası yaratması da mümkün.
Uluslararası ilişkiler, disiplinin kurulduğu zamanlardan günümüze en kaotik, değişken ve riskli dönemlerden birinin etkileriyle sınanıyor. Gerilim ve savaş her yerde. Bloklar arası rekabet artıyor. Çin karşı konulması zor bir sistemsel rakip ve küresel ekonomi krizlerle savruluyor. Bu fırtınayı, öngörülemez, şahin, göçmen karşıtı, arogan ve beyaz adamın üstünlüğüne inanan, korumacı politikalarıyla öne çıkan bir başkanın liderliğinde atlatmak zorundayız. Dış politikada zor zamanlar dünyayı bekliyor.