Share This Article
Dr. Jale AKHUNDOVA / Araştırmacı[1]
2022’nin ilk haftalarında oluşan uluslararası vaziyet bu yılın adeta küresel pandemiyle geçen yılları aratacağının habercisi olmuştur. Bu günlerde bölgemizde patlak veren sıcak savaş eski hesaplaşmaların halen eski yöntemlerle “çözülmeye” çalışıldığını, dünyanın savaş hukuku dahil uluslararası hukuk, siyasi etik ve beşeri değerler açısından çok da ileri gidemediğini, hatta çağdaş teknolojik gelişmeler ışığında süregelen eğretilerin daha görünür kılmıştır.
Şubat ayının ortasından beri Türkiye’ye yakın topraklarda kurulan savaş sahnesi kökleri eskiye dayanan ancak bir türlü eskimeyen jeopolitik ve ekonomik çıkarların çatışma alanı olmakta, yüksek gelişim aşaması (!) kaydettiği iddia edilen dünyamızın kaç kutuplu olduğuna dair köhne tartışmaların, etki ve yetki alanı uğruna verilen amansız mücadelelerin bu dönemde de şahidi olmaya devam edeceğimizi ne yazık ki garantilemektedir.
Rusya’yı öteden beri küresel hırsları olan ve bu hırslarını bölgesel hegemonya araçlarını kullanarak gerçekleştirmeye çalışan bir ülke olarak tanımlarsak hata yapmış olmayız. Bulunduğu bölgeye “tarihsel-kültürel gözlükle” bakan, geçmişin tozlu sayfalarını çevirerek bugünü ne pahasına olursa olsun yeniden kurgulamaya çalışan Rusya, izlediği yöntem ve kullandığı araçlarla, karşısında konumlanan “Avro-Atlantik İttifak” ise sergilediği tutum itibariyle yine şaşırtmamaktadır.
2008 ve 2014 yıllarında Gürcistan ve Ukrayna’nın ülke sınırları içerisinde baş gösteren olaylar ve bu olaylar etrafında pekişen jeopolitik cepheleşme, Avrasya hinterlandı içerisinde karşıtların (NATO-Batı Bloğu ve Rusya) zaten “bir yerlerde yine karşılaşacağının” habercisi olmuştu.
Bu noktada Ukrayna savaşına biraz daha geriden – tarihsel perspektifle baktığımızda konjonktürel olarak inişli çıkışlı seyreden gelişmelerle dolu ilginç bir tabloyla karşılaşıyoruz. Sovyetlerin dağılmasını tescilleyen ve 1991’de Rusya-Ukrayna-Belarus üçlüsü tarafından imzalanan Belovejsk Antlaşması, güvenlik garantisi ve ekonomik yardım karşılığında Ukrayna’nın askeri-nükleer gücünün önemli kısmını Rusya’ya devrettiği Budapeşte memorandumu ışığında Rusya-Ukrayna arasındaki ilişkilerdeki statüko 2003 yılına kadar büyük oranda korunmuştu. Lakin siyasi yönünün Batı olduğunu zaman zaman belli eden Ukrayna ile ilişkiler Putin döneminde yeni safhaya geçmiş, Rusya’nın aniden Kerç Boğazı’nda Ukrayna’nın Tuzla adasına doğru bir bent inşa etmesinin Kiev tarafından “sınırların yeniden belirlenmesi girişimi” olarak görülmesiyle, iki ülke arasındaki dostluk çatırdamaya başlamıştı. O zaman durdurulan inşaat akabinde çözülmüş gibi duran münakaşa, 2004 sonrası Ukrayna’da lider değişimi etrafında verilen mücadele ile yeniden alevlenmişti.
Ancak Ukrayna’nın siyasi tercihlerinde çok da uzağa gidemeyeceği; 2008 yılında Bükreş’teki NATO zirvesinde dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya üyelik planına dair girişimine Putin’in şiddetle karşı çıkması ile Fransa ve Almanya önderliğindeki Batı bloğu geri adım attığında belli olmuştu. Sonraki dönemde Ukrayna, bu kez AB ile ekonomik uyum rotasını benimsemesinin ardından Rusya tarafından ekonomik baskılara maruz kalmış, sonrasında ülkede oluşan siyasi istikrarsızlık fonunda Kırım ilhak edilmişti. Yine aynı dönemde Donetsk ve Luhansk’ta ayrılıkçı hareketler baş göstermiş, Ukrayna bu bölgelerde “terör karşıtı” olarak nitelediği geniş çaplı operasyonlara soyunmuştu.
2014 yılında bu sefer arabulucu olarak karşımıza çıkan Fransa-Almanya eşliğinde Rusya-Ukrayna ikilisi arasındaki münakaşaya siyasi çözüm arayışına girilmiş, imzalanan ancak tam anlamıyla uygulanamayan Minsk Anlaşmalarına rağmen o günden bu güne sahada mevzi harbi devam etmiştir. Tarafların bu çözümsüzlük durumundan birbirini sorumlu tutmaya devam ettiği zorlu koşullar altında, bir yandan Rusya’nın 2021 sonbaharında Ukrayna sınırına asker yığması, diğer yandan Putin’in post Sovyet coğrafya ülkelerine ittifak üyeliği önerisi ve askeri yardım yapılmaması konularında Batı bloğunu “açıkça uyarması” ile muhtemel savaşın ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. 21 Şubat’ta Putin’in, sözde “Luhansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetlerini” tanıyan kararnameleri imzalaması ve ertesi gün Rus Parlamentosu üst kanadınca Rus askeri birliklerinin Donbas’a girmesine izin verilmesiyle muhtemel savaş kaçınılmaz olmuştur.
Bu noktada, Ukrayna’da savaş başlatarak “ülkeyi silahsızlandırmayı hedeflediğini” dile getiren Putin’in asıl amacının aslında siyasi rejimin ve dolayısıyla “ülkenin gitmekte olduğu yönün değiştirilmesi” olduğu görüşü tam da yukarıdaki tarihsel arka plan nedeniyle gerçeklikten çok uzağa konulamayacak bir değerlendirmedir.
Ancak belirtilmelidir ki, Rus kamuoyunun Putin’in komşu halka karşı sergilediği tutumdan bu sefer memnun görünmediği açıkça ortada. Yine Rus siyaset uzmanlarının politik görüşlerinden bağımsız olarak, komşusu Ukrayna üzerinde nükleer tehdide varacak söylemler eşliğinde halkların açıkça zarar göreceği aşikar bir savaşa girilmesini yumuşak deyişle tasvip etmediği, bu girişimi amacını aşan, Rusya devleti ve halkının uluslararası imajını zedeleyen, zaten “dışlanmış” ülkenin iyice son sıralara itileceği görüşünde olduğu gözlemlenmektedir. Ne var ki bu “detayların” Rus siyasi-askeri çevrelerce sonraki hamlelerde göz önüne alınacağı şüpheli.
NATO’ya gelince, bu siyasi-askeri bloğun genişleme çabalarına paralel söylemlerini savaşın asıl müsebbibi olarak gören de var, bu söylemlerin içi bir türlü doldurulamadığı ve Ukrayna’nın durduğunu belli ettiği tarafın onu yarı yolda bıraktığı görüşünde olanlar da. Ancak gerçek şu ki, ağırlıklı olarak Batı ülkeleri tarafından uygulanan siyasi-ekonomik içerikli yaptırımlara rağmen, yüzünü demokratik ve uygar dünyaya çevirmek isteyen ve bunun bedelini ağır ödeyen ülkelerin amaçlarına ulaşması zor bir görev olarak kalmaya devam edecektir.
Bulunduğu stratejik jeopolitik ve ekonomik konumu itibariyle Türkiye’nin takındığı veya takınacağı tutum bölgede gelişen birçok siyasi, askeri, ekonomik süreçte kritik öneme sahiptir. Münakaşanın ilk gününden itibaren gelişmeleri dikkatle ve yakından takip eden Ankara, bölgede sivil halkı da ciddi anlamda etkileyen askeri harekatın durdurulması, ateşkesin sağlanması, taraflar arasında orta yolun bulunması için arabuluculuk rolünü üstlenmeye yönelik yapıcı bir söylem ve diplomasi çizgisini sürdürmektedir.
Rusya, Türkiye’nin özellikle son dönemde birçok alanda ilişkilerinin yükselen ivme kazandığı önemli ticaret ortağı, birçok bölgesel ve küresel meselede işbirliği yaptığı ve koordineli hareket ettiği partner ülke olarak dış politika gündeminde özel konuma sahiptir. Keza Ukrayna-Türkiye ilişkileri de siyasi, savunma sanayi ve ekonomi gibi birçok alanda hızla gelişmekte, bölgedaş ülkelerin işbirliği konusunda örnek teşkil etmektedir. Bu anlamda, Türkiye’nin bölgesinde gelişen siyasi-askeri münakaşada sürdürdüğü tarafsız tutum oldukça anlamlı gözükmektedir. Öte yandan, hem Rusya hem de Ukrayna siyasi çevrelerinde ve kamuoyunda Batı bloğunun aksine Türkiye’nin bölgedeki rolüne özel önem verildiği ve sorunun çözümünde üstlenebileceği yapıcı rol konusunda olumlu görüşün hakim olduğu da görülmektedir.
Türkiye’nin gerilimin ilk gününden benimsediği tarafsız ve yapıcı tutum, aynı zamanda ilkeli bir yaklaşım da sergilemesine engel olmamıştır. Nitekim Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın söyleminden de görüleceği üzere, Ukrayna’ya nasihat vermekten öte gidemeyen diğer üye ülkelerden farklı olarak, ülkenin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne vurgu yapmaya kararlılıkla devam eden yegane NATO ülkesidir. Dolayısıyla Batı’nın Ukrayna’ya karşı dostluk veya dayanışma tutumu sergilediğini söylemek zor olacaktır.
Bu koşullar altında Türkiye’nin savaşın gidişatı açısından kritik konumu Boğazlara hakim olma gücüyle bir daha öne çıkmıştır. Ancak Ukrayna’nın boğazları Rus askeri gemilerine kapatması çağrısına Türkiye’nin olumlu karşılık vermesi doğrudan kendine karşı tehdit algılamadığı sürece pek mümkün gözükmemektedir.
Türkiye’nin bu savaşın ve arkasında duran jeopolitik çıkar çatışmasının neresinde olduğu veya olması gerektiği hiç şüphesiz Türk siyasi yetkililerince azami hassasiyetle değerlendirilmektedir. Savaşın geçmişten günümüze doğru uzanan tarihçesi Türkiye’ye komşu devletlerin yadsınamayacak küresel ve bölgesel ihtiraslarının bulunduğu, bu durumun içinde bulunduğumuz bölgedeki siyasi, ekonomik vd. şartları tehdit edebileceği gerçeğini gözler önüne sermiştir.
Öte yandan bölgede yaşananlar, Türkiye’nin uluslararası alanda savunduğu evrensel hukuk ilkelerinin ve değerlerinin açıkça ihlal edildiğini de göstermektedir. Dolayısıyla, savaşın uzaması durumunda kazananın olmayacağı, yeni bir istikrarsızlık kaynağının oluşmasının bölgeye hiçbir faydasının dokunmayacağı bilinciyle, Türkiye’nin milli güvenliği açısından önem arz eden bahse konu gelişmeleri yakından takip etmeye, Rusya ve Ukrayna arasındaki askeri gerilimin siyasi düzlemde yatıştırılması için bölgesinin etkin aktörü olarak gerekli girişimlerini sürdüreceğini söyleyebiliriz. Sonuç itibariyle, Türkiye’nin dış politika gündemi açısından, olumlu seyreden ilişkilerinin bulunduğu her iki ülkeyi de tatmin edecek bir çözümün bulunması arzu edilen bir durum olacaktır.
Kaynaklar
“Rossiya protiv Ukrainı. Kak delo doşlo do bolşoy voynı” (“Россия против Украины. Как дело дошло до большой войны”) https://www.dw.com/ru/rossija-i-ukraina-kak-oni-okazalis-na-poroge-bolshoj-vojny/a-60223489
[1] Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı “Kalkınma ve İşbirliği Dergisi” Genel Yayın Yönetmeni, jaleakhundova@baka.gov.tr