Share This Article
Mehmet Fatih Ceylan, BÜYÜKELÇİ ( E ), ANKARA POLİTİKALAR MERKEZİ BAŞKANI
KAMUOYUNA GERÇEKTEN DİPLOMATİK BAKIŞ MI ANLATILIYOR?
Kamuoyumuz uzunca bir süredir diplomasi alanına giren çok çeşitli meseleler hakkında ağırlıklı olarak basılı-görsel medya kökenli bir ‘bilgilendirme’ kampanyasına maruz kaldı. Yönetim kadrolarının tercihleri sonucunda siyasi çıkarlara dayalı iç politika ile ulusal çıkarları esas alması gerekli dış politika arasındaki hassas denge bozuldu. Dış politika büyük ölçülerde iç politikanın rehinesi haline getirildi. Dünyada kutuplaşma her geçen yıl artarken Türkiye hemen her konuda kendi içinde çoktan kutuplaşmıştı. Hassas ve özenli dengeler üzerine kurulu, bundan da öte ulusal çıkar temelli olması gerekli dış politika/diplomasi alanı, bunun yürütülmesinden sorumlu kurum ve kişileri de hedef alacak yönde algısal kirliliğin doğrudan öznesi yapıldı. Nesnellik ve olgusallık ilkeleri bir yana itildi. Bu ilkelere dayalı olarak yapılan yorum ve analizler günah keçisi muamelesi gördü.
Diplomatik bakış açısının küçümsenmesiyle birlikte dış politikada karşılaşılan sınamaların içerideki ‘bumerang etkisi’ de görmezden gelindi. Ulusal çıkarların adeta yeniden tanımlanmasına paralel olarak yürütülen diplomasinin bozucu etkilerinin bedelini toplum ağır şekilde ödemeye başladı.
DİPLOMATİK BAKIŞIN ÇERÇEVELERİ VE DEĞİŞKENLERİ
Bu noktada diplomatik bakış nedir, nasıl şekillenir sorusuna kısaca da olsa açıklık getirmek gerekiyor.
Diplomasinin yürütülmesinde içinde bulunulan ortam (ulusal, bölgesel, küresel) ve çerçevenin de önemli bir rol oynadığını baştan veri olarak almak gerekli.
Çerçevenin ikili düzeyde olması ile çok taraflı bir ortam içinde yer alması diplomasinin yürütülme yöntem ve tarzı üzerinde doğrudan etkide bulunacak yönler ve değişkenler içeriyor. Diğer yandan, siyasetin belirlediği ulusal çıkarlar her iki çerçeve (ikili ve çok taraflı) için de belirleyici temel parametreyi oluşturuyor.
Buradaki esas soru şu: Ulusal çıkarları kim(ler) tanımlıyor ve belirlenen çıkarlar hangi grupların iç ve dış/güvenlik politika tercihlerine dayanıyor. Bu soruya verilecek olgulara dayalı yanıt, izlenen politikaları siyasa düzeyinde olsun, akademik bakımdan olsun dönemler üstü ve ötesinde açıklayacak anahtar bir role sahip.
İKİLİ İLİŞKİLERDE DİPLOMASİ
İkili diplomatik ilişkiler antik çağlardan bu yana devletlerarası ilişkilerde vazgeçilemeyecek bir önem taşıyor. Ulus-devlet kavramının hayata geçmesiyle ulusal çıkarlar arasında köprüler kurma, ortak paydaları ortaya çıkarma veya ihtilafları-çatışmaları giderme öncelikle ikili çerçevedeki diplomatik ilişki ve müzakerelerin sorumluluğunda bir uğraşı alanı olarak yaşama geçti.
Savaş-barış kavram ve süreçleri ikili diplomasinin temel özneleri olarak diplomatik yaşamda ve uygulamalarda yerlerini buldu. Savaşı önlemek, ihtilafları gidermek ve kalıcı barışa giden yolun taşlarını döşemek önce ikili çerçevede diplomatların temel sorumlulukları arasına girdi.
Diplomasinin ikili çerçevesine baktığımızda karşımıza çıkan tabloyu nasıl anlamalıyız? Başka bir ülkeye atanan diplomatın asli görevleri nelerdir? İkili diplomasinin bölgesel ve bölge ötesi etkileri mevcut mudur? Atayan ülke ile atanılan ülke arasındaki tarihi-kültürel ilişkiler ve güç dengesi ikili ilişkileri yürüten diplomatların görevlerini ne yönde ve nasıl etkiler? İçinde bulunulan coğrafyanın jeopolitik/stratejik ölçekteki konumu ve önemi ikili diplomasinin yürütülmesinde nasıl bir rol oynar?
Hangi çerçeve içinde görev üstlenirlerse üstlensinler diplomatların temel görevi, ülkesi ile atandığı ülke arasındaki ilişkilerin çok geniş bir yelpazede ilerletilmesidir. Bu yelpaze, ekonomik, ticari, toplumsal, kültürel, sanatsal, spor gibi yaşamın her alanını kapsar. Elbette, varsa, temsil ettiği ülkesi ile görev yürüttüğü ülke arasındaki ihtilaflı meseleleri de içerir.
Bir ülkeye atanıldığında gidilen ülkenin siyasi, ekonomik ve toplumsal yaşamıyla ilgili temel bilgilerin önceden edinilmesi kilit önemdedir. Buna çözüm bekleyen dosyalara da hakim olmak gereği eklenmelidir.
İkili ilişkilerde olumlu yönlerin ön plana çıkarılmaları ve daha da güçlendirilmeleri esastır. Olumsuz yönlerin üstünden gelinerek iki ülke ilişkilerinde açılımlar sağlanmasına çalışılması da diplomasi pratiğinin ana özelliklerinden ve uygulamalarından biridir. Temel hedef iki ülkenin çelişen ulusal çıkarlarında ortak paydaları açığa çıkarıp, anlaşmazlıkları bu ortak zemin üzerinden çözmektir. Tabiatıyla ortak zeminin bulunmasında her iki ülkenin siyasi irade göstermesi zorunludur. Ortak siyasi irade sergilenmediği takdirde sorunların çözümünde mesafe alınması sadece diplomatların çabalarıyla sağlanamaz.
İKİLİ İLİŞKİLERDE SINAMALAR
İkili ilişkileri yürütürken, mensup olunan ülkenin bulunulan ülkeye dönük siyasi ve toplumsal bakışının önemi yadsınamaz. Gerilimli bir söyleme ve çatışmaya dönük davranışlara sahne olan bir ikili ilişki çerçevesi içinde görev yapmak diplomatlar için zorlu bir süreç demektir. Diğer yandan, gerilimin düşürülmesi ve çatışmacı bakış açışının olumluya döndürülmesi diplomatların asli görevlerindendir. Zorlu ortamlarda, hatta çatışmaların göbeğinde görev yapan diplomatların ikili ilişkilerdeki tüm olanakları zorlayarak anlaşma zemini oluşmasına katkı sağlamaları başarının anahtarıdır. Bunu başaran diplomatlar hem kendi ülkelerinde hem görev yaptıkları ülkelerde saygı uyandırırlar ve kimi hallerde bu saygı gereği olarak ödüllendirilirler. Esas ödülse barış ve istikrarın daim kılınmasıdır.
Zamanımızda geleneksel diplomasi anlayışı evrilerek gelişmektedir. Buna bağlı olarak ikili ilişkilerde sadece diplomatlar değil, ilgili iki ülkenin parlamentoları, medyası, üniversiteleri, sivil toplum kuruluşları vb. kurumlar da önemli roller oynamaktadır.
Dijitalleşmeyle birlikte artık bireylerin de, mütevazi ölçülerde de olsa, özellikle sosyal medya aracılığıyla gelişmeleri etkilemeye çaba gösterdiklerini gözlüyoruz. İkili ilişkilerin çerçevesi geçmiş müktesebatın ve uygulamaların çok ötesine giden bir evrim geçiriyor.
ÇOK TARAFLI ÇERÇEVELERDE DİPLOMASİ
Bazı tarihçi ve düşünürlere göre çoktaraflı diplomasi sürecinin başlangıç noktası 1648 yılında imzalanan Vestfalya Antlaşmasıdır. Yaygın kanaat ise çok taraflı diplomasinin 1815 Viyana Kongresiyle hayat bulduğudur.
Çok taraflı diplomasinin temel amacı çoklu bir çerçevede uluslarası düzeyde kurallara dayalı bir düzen inşa etmek suretiyle küresel çapta barış, istikrar ve huzuru sağlamaktır. 1. Dünya Savaşı ertesinde kurulan Milletler Cemiyeti ile 2. Dünya Savaşı sonrasında tesis olunan Birleşmiş Milletler hem ortaya çıkan sürecin hem buna uygun yapılanmalara gitme arayışının ürünleridir.
Çok taraflı diplomasi çerçevesi içinde uluslararası çapta kuruluşlar olduğu gibi, bölgesel temelde yapılanmalar da mevcuttur. İdeal olan ortam, çatışma ve güç mücadelelerinin sahne aldığı, savaşın hakim, barışın neredeyse istisna olduğu uluslararası ilişkilerde barış ve istikrarı hedefleyen uluslararası ve bölgesel teşkilatların birbirlerini takviye etmek suretiyle kalıcı barışı sağlamaya dönük karşılıklı çabalarının birleştiği durumlardır. Bu ortamın zemin kazanması yoluyla barış ve istikrara yol açan süreçlere ve düzenlemelere ivme kazandırmaktır.
Her ne kadar bünyesinde ikili ilişkilere de yer bulunsa, çok taraflı diplomasinin dinamikleri, araçları ve çalışma yöntemleri ikili diplomasiye göre farklılık göstermektedir. Çok taraflı diplomasinin yelpazesi ikili diplomasi bünyesindeki değişkenlerin çok ötesindedir ve daha kapsamlıdır.
Çok taraflı ilişkilerde birden fazla muhatap ülke, dolayısıyla çok aktörlü ve değişkenli bir yapılanma mevcuttur. Buna bağlı olarak çelişen ulusal çıkarlar manzumesi daha geniş bir alana yayılır. Bu derece çatışan çıkarların sürüklediği çok taraflı diplomasi zemini daha kaygan ve akışkan bir nitelik taşır. İkili ilişkilerdeki nispi durağanlık çok taraflı diplomasi için istisnai bir durumdur.
Çok taraflı kurumların çalışma yöntem ve dinamikleri de birbirinden farklıdır. Mensuplarının çalışma kültür ve davranışları çok taraflı diplomasinin çerçevesinin belirlenmesinde ve yürütülmesinde başat rol oynar. Bu bağlamda küresel akış açısına sahip çok taraflı kurumlar ile proje veya bölge odaklı kuruluşlar arasında da değişik yapılanmalar göze çarpmaktadır. Bu yönden yaklaşıldığında BM, tüm eksikliklerine ve son yıllardaki ataletine rağmen kendisine bağlı kurum ve kuruluşlar itibariyle küresel çaptaki en gelişmiş teşkilattır. Kurulduğundan bu yana çatışmaları ne derecede önleyebildiği veya kendi Şartında yer alan ilke ve hedefleri ne denli karşılayabildiği tartışmalıdır. Son dönemde etkinliği daha da tartışmalı hale gelmiştir.
Çok taraflı çerçevelerde görev yapan diplomatların ana hedeflerinden biri, ülkesinin ulusal çıkarları ile diğer ülkelerin ulusal çıkarları arasındaki denge ve ortak yönleri olabildiğince birleştirebilmektir. Küresel çaptaki sorunların ağırlığına ve ülkesinin bulunduğu bölgenin hassasiyetlerine bağlı olarak çok uluslu bir yapı içinde ülke çıkarlarını başka ülkelere olabildiğince geniş ölçekte benimsetmeye veya ulusal çıkarlarının kurumun ortak çıkarları olduğuna kurum üyelerini ikna etmeye yönelik sürekli bir çaba göstermektir.
ÇOK TARAFLILIK İÇİNDEKİ DİPLOMATLAR
Ülkesinin bulunduğu bölgedeki sınamaların artış göstermesi veya çatışmaların bölgeye hakim olması çok taraflı diplomasiyi yürüten diplomatlar için zorlu bir süreç ve mücadele demektir. Çok taraflı çerçevede sahada görev icra eden diplomat, ülkesinin bakış açısını diğer ülkelerin yaklaşımlarıyla olanaklar ölçüsünde bağdaştıracak ve içinde bulunulan kurumun duyarlılık ve çalışma kültürünü olabildiğince karşısına almayacak hassas bir yolda yürümek zorundadır. Bu yolu tutturmak için kimi zaman ülkesinin ilgili kurumlarıyla da karşı karşıya gelebilme ve bu kurumları ortak bir noktada buluşturma cesaretini de sergilemelidir. Burada esas olan bir yandan kendi ülkesindeki durumu iyi tespit etmek, diğer yandan bulunduğu çok taraflı yapıdaki atmosferi olanca çıplaklığıyla değerlendirilmek üzere ülkesine aktarmaktır.
Esasen ne ikili ilişkilerde ne de çok taraflı diplomaside çalışma ortamının özellikleri, dinamikleri, hakim eğilimleri ve o anki havası ülke kurumlarına nesnel bir tablo içinde aktarılmazsa mensubu olduğu ülke kurumlarının sağlıklı yollar izlemesi veya doğru tercihleri benimsemesi zorlaşır. Sonunda o diplomatın görevi de ağırlaşır. Ülkesi ile bünyesinde görev yaptığı çok taraflı yapı arasında sorunlu bir sürecin tetiklenmesine kapı aralanır.
TÜRKİYE ORTAMINDA DURUM
İmparatorluk geçmişi bulunan Türk diplomasisi, kuruluşundan başlamak üzere kendisini modern ve çağdaş dünyaya taşıyacak ülkü ve değerlerden aldığı güçle ikili ilişkilerinde olsun, çok taraflı diplomatik çerçevelerde olsun üstün başarılar sergilemiş ve uluslararası çapta saygınlık görmüştür.
Temel hedefi kendi bölgesinden başlamak suretiyle etkileri küresel çapta da yankı uyandıran bir barış, istikrar ve refah kuşağı oluşturmak olmuştur.
Davranış ve eylemlerinde kendi bünyesinde ve uluslararası ölçekte meşruiyet aramış, dolayısıyla çoğu halde kendisinin de şekillenmesine katkı sağladığı kurallara dayalı uluslararası düzeni ulusal çıkarları temelinde gözetmiştir.
Son döneme baktığımızda ise, kurumsal temelden ve bu temel üzerine inşa olunan geleneklerinden yoksun bir halde yürütülen dış ve güvenlik politikalarının olumsuz sonuçlarıyla karşılaşılmakta. Özellikle son birkaç yıldır bölgede ve ötesinde izlenen yolların Türkiye’yi yalnızlığa sürüklediği görülmekte. Bu durumun hem ikili hem çok taraflı düzlemde Türkiye’nin önüne engeller çıkardığı gözlenmekte. Derin bir tarihin süzgecinden geçerek vücud bulan diplomatik bakış açısını ve teamüllerini bir yana koyarak hayat verilen tercih ve tasarrufların meydan verdiği kısır döngülerden çıkış yolları aranmakta.
İkili ve çok taraflı kulvarlarda kurumsal diplomasiye dönülmesi için uğraş verenler kötülenmekte ve ötekileştirilmekte. Ulusal çıkarların ilerletilmesinde anlamlı, içerikli, zamanlı ve odaklı ikili-çoktaraflı diplomatik kulvarlara devletin ortak aklına dayalı kurumsal bakış açısını kullanarak dönülmesi çağrısı yapanların sesi kısılmaya çalışılmakta.
Küresel çapta yaygınlık kazanan stratejik rekabet ortamında hemen yanıbaşımızda olan Ukrayna’da patlak veren savaşın yol açacağı görülen gelecekteki güvenlik mimarisi üzerine etraflıca düşünmek yerine iç kamuoyunda oy toplama kaygısıyla yön verilen dış-güvenlik politikalarının daha fazla rayından çıkmasına göz yumulduğu görülmekte. Mevcut bu durumun, ulusal çıkarların izlenmesinde başat değişkenlerden biri olan derin tarihi köklere dayalı diplomatik bakışı da körelttiğine tanık olunmakta.
Bu kısır döngüden çıkışı sağlayacak bir ortam vücud bulmadıkça güçlü ve ileriye dönük bir diplomatik bakış ve duruş sergilenemeyeceği artık anlaşılmakta. Esasen ağırlaşan diplomatik tablonun da tekrar rayına oturtulması gereksinimi giderek kendini olanca ağırlığıyla hissettirmekte.