Share This Article
Polat Üründül – Orta Doğu Teknik Üniversitesi Doktora Adayı
Birleşik Krallık’ın dış politikası ve ortaklarıyla ilişkilerinde Brexit’in önemli bir manivela görevi göreceği düşünülmektedir. Brexit referandumunun ardından beş yıl geçmiş ve Birleşik Krallık geçtiğimiz yıl resmi olarak AB’den ayrılmış olsa da, İngilizlerin post-Brexit diye adlandırılabilecek yeni dönemde dünya siyasetinde üstleneceği rol hala tartışılmakta olan bir konudur. Mart 2021’de açıklanan ve ülkenin dış politika ve güvenlik konusundaki önceliklerini ortaya koyan “Rekabetçi Bir Çağda Küresel Britanya” başlıklı strateji belgesi ile, 11 Mayıs 2021 tarihinde Kraliçe Elizabeth tarafından yeni yasama döneminin açılışında gözler önüne serilen hükümet programı, bu yeni döneme dair ipuçlarını açıkça ortaya koymaktadır.
Bilim, Teknoloji ve Yeniliğe Öncülük Etmek
Kraliçe’nin parlementodaki yasama döneminin açılışında yaptığı konuşmada Gelişmiş Araştırma veya Buluş Ajansı (ARIA)’nın kurulması, Ulusal Sağlık Hizmetleri (NHS)’ne ek kaynak sağlanması, ulusal altyapıya ve yeşil endüstriye yatırım yapılması, 5G mobil kapsama alanını genişletilmesi ve 2050’ye kadar sera gazı emisyonunun sıfıra indirilmesi gibi amaçlar dikkat çekmiştir. Yine hükümetin Mart 2021’de açıkladığı “Rekabetçi Bir Çağda Küresel Britanya” başlıklı strateji belgesinde Birleşik Krallık’ın bilim ve teknoloji alanlarında dünyada bir ‘süper güç’ olma amacını taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu hususun Birleşik Krallık’ın ulusal güvenliği ve dış politikasında bir mihenk taşı olduğu ifade edilmektedir. Siber uzayın yeni muharebe meydanı olacağının düşünülmesi ve bir ulusal siber kuvvet birimi oluşturulacağının belirtilmesi bu minvalde dikkat çekicidir. Ayrıca insansız hava aracı filosunun robotik teknolojilerin kullanılarak genişletileceği ve savunma harcamalarının artmaya devam edeceği de anlaşılmaktadır.
6. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26)’na Birleşik Krallık’ın ev sahipliği yapacak olması, yaklaşık 1 milyar doz Oxford COVID-19 aşısının 170’ten fazla ülkede dağıtılması, 2028 yılına kadar kırsal alanlar dahil olmak üzere tüm ülkede 5G ağlarına erişimin sağlanması için çalışmaların hızlandırılması ve 2027’ye kadar GSYH’nin %2.4’ünün araştırma ve geliştirme faaliyetlerine harcanmasının düşünülmesi gibi hususlar, Birleşik Krallık’ın yeni stratejisiyle uyumlu gelişmeler olarak öne çıkmaktadır. Birleşik Krallık’ın iklim değişikliğinin önümüzdeki yılların en önemli sorunlarından biri olacağının bilincinde olarak COP26 dönem başkanlığı yapacak olması, ayrıca dönem başkanı olduğu G7’de iklim değişikliğine karşı özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde direnç oluşturmaya yönelik eylemleri teşvik etmesi de göz önünde bulundurulmalıdır.
İnsan Hakları
Hong Kong, Afganistan, Suriye ve diğer ülkelerde yaşanan insan hakları ihlallerine karşı İngilizlerin sergilediği tavır da dikkat çekicidir. Çin’in yeni güvenlik yasasına karşı son derece net bir tavır alan Birleşik Krallık, Hong Konglulara Britanya’da yaşama ve çalışma, sonrasında da vatandaşlık başvurusu yapma imkanı vereceğini açıklamıştır. Yine Afganistan’daki yeni Taliban rejiminin olası insan hakları ihlallerine karşı en sert uyarılarda bulunan ülkelerden birinin Birleşik Krallık olduğu görülmektedir. Ayrıca 20.000 Afgan sığınmacının Britanya’ya kabul edileceği de ifade edilmiştir. Boris Johnson’ın çağrısıyla bir araya gelen G7 liderlerinin sanal zirvesinde Kabil Havalimanı’ndaki tahliyelerin 31 Ağustos 2021’den sonra da devam edebilmesi için Taliban’a baskı kurulması konuşulsa da, ABD konuya sıcak yaklaşmamıştır. Birleşik Krallık, şu ana dek Afganistan’dan yaklaşık 10.000 kişiyi tahliye etmeyi başarmıştır. Yine İngilizlerin Suriye topraklarında Esad rejimi tarafından gerçekleştirilen insan hakları ihlallerine yönelik tepkisi net olmuş, ilaveten bölgeye ortalama 3.6 milyar sterlin değerinde insani yardım gönderilmiştir. Birleşik Krallık’ın yalnız Türkiye içerisindeki Suriyeli göçmenlerin temel gıda, eğitim ve barınma ihtiyaçlarının sağlanması için gönderdiği yardımın 395 milyon sterlin civarında olduğu belirtilmektedir. 2021’in Mayıs ayında Londra’da bir araya gelen G7 ülkeleri Dışişleri Bakanlarının Myanmar ve Uygur’daki insan hakları ihlallerinden Etiyopya’daki şiddet olaylarına kadar farklı meselelere değindikleri görülmüş, Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Dominic Raab, ülkesinin G7 başkanlığının açık ve demokratik toplumların bir araya getirilmesi ve artan tehditlere karşı birliğin sağlanması için önemli bir fırsat olduğunu ifade etmiştir. Buna ek olarak Birleşik Krallık başkanlık rolünü de kullanarak, gelişmemiş ülkelerdeki kız çocukların eğitim ve öğrenim imkanlarından faydalanması konusunu G7 zirvesinin en önemli konularından biri haline getirmiş ve Başbakan Boris Johnson, ülkesinin bu amaç için 430 milyon sterlin bağışta bulunacağını söylemiştir.
Rusya, Çin, AB ve ABD
2021’in Haziran ayında Odessa’dan yola çıkıp, Rusya’nın ilhak ettiği Kırım yakınlarından geçerek Gürcistan’a yol alan ve Rusya ile tansiyonun yükselmesine sebep olan HMS Defender savaş gemisinin, Rusya’ya karşı doğrudan bir ‘sınama’ mesajı verdiği ve uluslararası toplumun Kırım’ın ilhakını tanımadığına dair bir hatırlatma görevi gördüğü düşünülmüştür. Daha önce İngiliz savaş gemisi HMS Albion’ın Güney Çin Denizi’ndeki Paracel adalarına yaklaşması da benzer şekilde yorumlanmış, yaşananlar sonucu Birleşik Krallık ve Çin arasındaki ticaret görüşmeleri iptal edilmiştir. Ancak ABD’nin aksine Birleşik Krallık, kendileri için asıl güvenlik tehdidinin Çin değil, Rusya olduğunu düşünmektedir. Çünkü İngilizler dünya ekonomisindeki ağırlığın Asya’ya kaydığının farkındadır, ve Brexit sonrası dönemde Çin’e karşı daha dengeli bir yaklaşım benimsemek istemekte, ticaret ve yatırımlar anlamında olumlu bir ilişki kurmayı amaçlamaktadır. Rusya’nın Birleşik Krallık’a yönelik tutumu, Sergey Skripal ve kızının Ruslara ait Noviçok gazıyla zehirlenmesi ve Rusya’nın Brexit referandumu kampanya sürecine müdahale ettiği iddiaları ise, İngilizlerin Rusya’ya yönelik yaklaşımını sertleştirmiştir. Birleşik Krallık’taki Muhafazakar Parti hükümetine yakınlığı ile bilinen Henry Jackson Cemiyeti Direktörü Alan Mendoza’nın “batı dünyası için kötü olan şeylerin, Rusya için iyi olduğunu” işaret ettiği konuşma incelemeye değerdir. İngilizlerin dünya siyasetinde daha aktif bir rol oynamaları, Rusya, Çin ve İran gibi aktörlere karşı daha naif bir tutum sergileyen Avrupalı güçlere kıyasla Birleşik Krallık’ı batılı yaşam tarzını koruma noktasında bir mihenk taşı pozisyonuna taşıyacaktır ve Britanya’nın özellikle güvenlik alanında AB ile işbirliğini devam ettirecektir. Ancak İngilizlerin uluslararası arenadaki etkilerini kaybetmeleri ve izole olmaları durumunda başta ABD’dekiler olmak üzere, tüm gözler Londra yerine Paris’e dönebilir.
Sonuç
Brexit sonrası dönemde Birleşik Krallık’ın kendi çıkarlarını önceleyen, liberal demokrasinin korunmasında önemli bir görev yapan, arabuluculuk rolü ve caydırıcı gücü vasıtası ile küresel güvenliğin sağlanmasına katkı sağlayan, ticaret yapan bir ülke olarak yumuşak gücünü ön plana koyan, bilimsel ve teknolojik gelişmelere öncülük eden bir dış politika anlayışına sahip olmayı amaçladığı görülmektedir. Brexit tartışmaları sebebi ile geçtiğimiz beş, altı yıldır uluslararası meselelerde daha sessiz ve temkinli olan İngilizlerin, bundan sonraki dönemde daha aktif bir dış politika takip etmesi beklenebilir. G7 ve COP26 dönem başkanlıkları ve BM Güvenlik Konseyi daimi üyeliği sayesinde son günlerin can alıcı konularına daha hızlı tepkiler verebilen Birleşik Krallık’ın “Küresel Britanya” stratejisini uzun vadede gerçekleştirebilmesi için, bu aktif yaklaşımını sürdürebilmesi ve uluslararası işbirliğine önem vermesi gerekmektedir.