Share This Article
Polat Üründül – Orta Doğu Teknik Üniversitesi Doktora Adayı
15 Eylül 2021 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avustralya ve Birleşik Krallık
arasında AUKUS isimli bir güvenlik anlaşması imzalanmıştır. ABD Başkanı Joe Biden,
Avustralya Başbakanı Scott Morrison ve Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson
tarafından açıklanan anlaşmaya göre nükleer denizaltı üretebilmesi amacı ile ABD ve
Birleşik Krallık tarafından Avustralya’ya gerekli teknolojiinin transfer edilmesi
öngörülmektedir. Daha önce Avustralya’nın Fransa ile imzaladığı ve yaklaşık 12
geleneksel denizaltı inşasını öngören anlaşmanın iptal edilmesi; Fransa ile ABD, Birleşik
Krallık ve Avustralya arasındaki tansiyonu yükseltmiştir. Fransa’nın ‘ihanet’ olarak
gördüğü üçlü anlaşma, batılı ülkelerin geçmişteki politikaları da incelendiğinde yeni küresel
şartlar hakkında ipuçları sağlamaktadır. Konu üzerinde detaylı düşünüldüğünde, ABD
öncülüğünde Çin’i dengeleme çabalarının devam etmesi ve Avrupa Birliği’nin savunma
alanında otonomi arayışını arttırması beklenebilir.
Çin’in Dengelenmesi
Çin’in ekonomik gücü vasıtası ile pek çok ülkede olduğu gibi Avustralya’da da nüfuzunu
arttırdığı görülmektedir. Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki agresif tutumunun yanısıra,
Avustralya’daki medya ve eğitim kuruluşları ile şirketlerde yatırım yaparak arttırdığı gücü
Avustralya hükümeti için endişe kaynağı olmuş ve sonuç olarak Çin’in etkisinin azaltılması
için farklı sektörlerde bazı düzenleyici tedbirler alınmıştır. Avustralya’nın COVID-19
pandemisinin ortaya çıkışı ile ilgili tarafsız bir araştırma yapılması çağrıları sonucu iki ülke
arasındaki gerilim iyice artmış, Çinliler Avustralya’ya karşı ticari gücünü kullanarak yanıt
vermeyi seçmişlerdir. 2020 yılında Avustralya’da düzenlenen siber saldırılardan Çin’in
sorumlu olduğu ima edilmiş, tüm yaşananların sonucunda Avustralya’daki Çin
yatırımlarında büyük bir düşüş yaşanmış, iki ülke arasındaki ticaret hacmi ciddi şekilde
etkilenmiş, ve Avustralya’nın Victoria Eyaleti Çin ile Kuşak ve Yol Girişimi ile ilgili
mutabakat muhtırasının iptal edileceğini duyurmuştur.
Avustralya, ABD, Hindistan ve Japonya arasında kurulan “Quad” isimli diyalog forumunun
daha aktif hale gelmesi ve 2021 yılında gerçekleştirilen zirveyle eş zamanlı olarak, ülke
liderleri tarafından Washington Post gazetesine yazılan ortak makalede bölge denizlerinde
hareket serbestisi gerekliliğini vurgulanması, Quad’ın Çin’i dengelemek için daha fazla
çaba sarfedeceğini gösterir niteliktedir. Quad’ın güncel stratejileri arasında “Güney ve
Doğu Çin denizlerinde kurallara dayalı düzenin karşı karşıya kaldığı zorlukları aşmak için
iş birliğini kolaylaştırmak”, Çin’in bölgedeki statükoyu tek taraflı değiştirme hülyasına karşı
çıkılmasını sağlamak, “Serbest ve Açık Hint-Pasifik” hedefini gerçekleştirmek gibi hedefler
ortaya çıkmaktadır. Hindistan’ın geçtiğimiz aylarda Çin ve Pakistan ile yaşadığı askeri
gerilimler, ABD – Çin arasındaki ticaret savaşı, Afganistan’da yaşanan değişim sonucu
Çin-Pakistan-Taliban üçgeninde verilen mesajlar, İran’ın Şangay İşbirliği Örgütü’ne tam
üye olarak kabul edilmesi ve bu yıl gerçekleştirilen G7 Liderler Zirvesi’nde Çin’in “Kuşak ve
Yol” projesine yanıt olacak yeni bir planın duyurulması AUKUS Paktı ile bağlantılı konular
olarak ele alınmalıdır.
Rusya’yı Çin’den daha büyük bir tehdit olarak gören Birleşik Krallık’ın da AUKUS Paktı ile
Çin’i dengeleme politikalarının daha büyük bir parçası olması, yeni dönemde İngilizlerin
izleyeceği çok yönlü dış politikanın bir habercisi olabilir. Ancak Birleşik Krallık’ın Quad’ın
bir parçası olmadığı ve AUKUS Paktı’nın askeri bir taahhüt içermediği de dikkate
alınmalıdır. Birleşik Krallık’ın batının çıkarlarını korumak konusunda daha aktif, ancak
Çin’e karşı ABD’ye kıyasla daha dikkatli ve oportünist bir yaklaşım içerisinde olması
beklenebilir. Bölgede Çin’i dengelemek amaçlı yapılan planların tamamına bakıldığında ise
ABD’nin hala sahneden inmediği ve Çin, Rusya gibi ülkelere karşı etkin bir rol oynamaya
devam edeceği görülebilir.
Avrupa Birliği’nin Savunma Alanındaki Otonomi Arayışı
COVID-19 pandemisi ve ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, Avrupa içerisinde Atlantik
Okyanusu’nun diğer kıyısına duyulan stratejik bağımlılığın azaltılmasına ilişkin taleplerin
artmasına sebep olmuştur. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep
Borrell, Birlik’in Afganistan’daki çıkarlarını korumak için ülkeye asker gönderememesini
eleştirmiş ve Avrupalıların ABD olmadan da çıkarlarını korumak amacıyla müdahalede
bulunabilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Afganistan’da yaşananların ardından AB içerisinde
kalıcı bir “Avrupa İlk Giriş Gücü” oluşturulması gündeme getirilmiş olup, bu doğrultuda
5.000 askerden oluşan bir güç oluşturulması düşünülmektedir. Avrupa Konseyi Başkanı
Charles Michel’in Birlik’in savunma alanında daha fazla karar alma özerkliğine sahip
olması ve eylem kapasitesinin arttırılmasına yönelik söylemi dikkate alınmalıdır. Yine
İtalya Dışişleri Bakanı Luigi Di Maio, ülkesinin bir Avrupa ordusu kurulmasından yana
olduğunu belirtmiştir.
Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılmasını takiben Fransa, ABD ve İngilizler arasında yaşanan
AUKUS Paktı’na yönelik krizin de, Fransa’yı söz konusu mevzuda daha cesur davranmaya
itmesi beklenebilir. Daha önce stratejik otonomi arayışına mesafeli yaklaştığı bilinen
Almanya Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer dahi tüm AB üyeleri arasında bir
konsensus sağlanması halinde bu konuda harekete geçilebileğini ifade etmiştir. Birlik
içerisinde Avrupa için stratejik otonominin en büyük savunucularından birinin Fransa
Cumhurbaşkanı Macron olduğu söylenebilir. Almanya ve Fransa arasında imzalanan
Aachen Anlaşması, iki ülkenin stratejik otonomiye yönelik bakış açısını özetleyen bir
çerçeve ortaya koyabilir. Nitekim söz konusu anlaşmanın gelecekte kurulacak bir AB
ordusunun temellerini oluşturabileceği iddia edilse de pratikte çok büyük değişimlere yol
açmayacağını düşünenler de mevcuttur. Ancak gelecekte AB ülkeleri arasında savunma
alanındaki işbirliği ve projelerin arttırılması mümkün olsa da, Türkiye dahil olmak üzere
Avrupa güvenliğine en büyük katkıyı yapanların AB üyesi olmayan ülkeler olduğu, ve ABD
ne de Birleşik Krallık’ın Avrupa’yı “kaderine terkedecek” bir pozisyonda olmadığı akılda
tutulmalıdır.
Sonuç
Daha önce Birleşik Krallık’ın uluslararası arenada yeteri kadar aktif olmaması durumunda
Fransa’nın stratejik anlamda bir adım öne çıkabileceği konuşulmaktaydı. AUKUS Paktı’nın
ardından Fransa AB Bakanı Clement Beaune’in İngilizlere yönelik ‘ABD’nin kölesi’
olduğuna ilişkin benzetme yapması ve Birleşik Krallık ile Fransa arasında yakın zamanda
yaşanan göçmen krizi de, İngilizlerin AB ile savunma alanında işbirliği yapacak olmasına
karşın iki taraf arasında yaşanabilecek görüş ayrılıklarına işaret etmektedir. Birleşik
Krallık’ın savunma alanında temkinli ama aktif bir politika izleyeceği öngörüldüğünden,
Fransa’nın hem AB içerisindeki gücünü hem de dünyadaki nüfuzunu arttırabilmek adına
AB’nin stratejik otonomisi için daha fazla çaba göstereceği düşünülebilir. Rusya ve Çin gibi
güçlere karşı AB içerisinde hiçbir ülkenin tek başına caydırıcılık sağlaması mümkün
olmayabilir. AUKUS, Quad gibi girişimlerin ABD’nin farklı bölgedeki müttefiklerle
işbirliğinde bulunarak aktif politika izlemeye devam edeceğini de gösterdiğinden, AB
ülkelerinin Transatlantik İttifakı’na bağlı kalarak operasyonel kabiliyetlerini ve karar alma
gücünü arttırabilecek bir işbirliği alanlarını genişletmesi makul bir beklenti olabilir. Ayrıca
Hindistan, Avustralya, Güney Kore ve Japonya gibi güçlerin desteklenmesi ve işbirliği
alanlarının genişletilmesi ile bir dış dengeleme çalışmasını da içermek sureti ile, ABD
başta olmak üzere batı dünyasının Çin’e karşı daha güçlü bir yaklaşım içerisinde olması
beklenebilir.