Share This Article
Prof. Dr. Hüseyin Bağcı
Dış Politika Enstitüsü (DPE) Başkanı
DPE, 01 Eylül 2021
Avrupa’nın ekonomik lokomotifi ve Avrupa Birliği kapsamındaki bütünleşme sürecinin Fransa’yla birlikte en önemli iki aktöründen biri olan Almanya büyük bir ve önemli bir ülke. Küresel ölçekte de hatırı sayılır aktörlerden biri olan Almanya askeri güç kapasitesi düşük olduğundan siyasi alanda yeterince etkili olamamakla eleştirilse de bir “sivil güç” olarak, siyasi vakıfları ve insani yardım kuruluşları gibi zaman içinde geliştirdiği pek çok dış politika aracı sayesinde uluslararası siyasette tartışmasız şekilde pek çok alanda etkili rol oynayabilen ülkelerden biridir. Japonya ve Brezilya gibi ülkelerle birlikte Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin üyelik yapısında reforma gidilmesini ve bu süreç sonunda veto hakkına sahip üyelerden biri olabilmeyi amaçlayan stratejisini sürdürmektedir.
1954 yılında Hamburg’da dünyaya gelen, baba tarafından Polonyalı kökeni de bulunan, küçük yaşta babasının kilisedeki görevi nedeniyle ailesiyle birlikte Doğu Almanya’ya taşınan ve Sovyetler Birliği’nin/Doğu Bloku’nun çökmesine ve iki Almanya’nın birleşmelerine kadar komünist sistemle yönetilen Doğu Almanya’daki siyasi ve toplumsal sistem içinde yetişen ve yaşayan fizik doktoru Angela Merkel Federal Almanya’nın ilk kadın Şansölyesidir. Bu önemli görevi, tüm siyasi liderler gibi zaman zaman çeşitli açılardan eleştirilse de, başında bulunduğu Hristiyan Demokratik Birliği (CDU) Partisi’nin iki Almanya’nın birleşmesini sağlayan efsane lideri Helmut Kohl gibi 16 yıl boyunca yoğun tempoda, özveri ve başarıyla yürüten bir siyasi lider olarak Avrupa ve Almanya tarihindeki önemli yerini almaya hazırlanmaktadır.
Alman iç politikasını izleyenler mutlaka bilirler ama Şansölye Merkel’in dördüncü kere Şansölye olmasından kısa bir süre sonra açıkladığı ilke kararını bu vesileyle yeniden hatırlamak yararlı olabilir. Şansölye Merkel, ülkesinin Anayasasında veya Partisinin ilgili tüzük ve kurallarında kısıtlayıcı bir hüküm bulunmamasına rağmen, kendi iradesi ve kararıyla beşinci bir dönem için aday olmayacağını açıklamıştır. Bu kararını dördüncü görev döneminin erken bir aşamasında açıklamış olmasının hem kendi partisi CDU içinde, hem Alman iç siyasetinde, hem Avrupa/AB siyaset sahnesinde ve hatta bunların da ötesinde çeşitli yansımaları olmakla birlikte, Şansölye Merkel’in dirayetli ve dikkatli yönetim tarzı Almanya’da ve AB’de bir yönetim zafiyetinin ortaya çıkmasını engellemiştir.
Şansölye Merkel’in aktif siyasi hayatını kendi iradesiyle sonlandırma kararının Almanya’nın iç ve dış politikasına yansımalarını 26 Eylül 2021 tarihinde gerçekleştirilecek Federal Parlamento seçimleri sonrası dönemde izleme, gözlemleme ve değerlendirme imkânı bulacağız. Bununla birlikte Şansölye Merkel’in Avrupa’daki ve Avrupa dışındaki muadili konumundaki kıdemli siyasi liderlerin önemli ve değerli bir muhataplarını kaybedeceklerini ve bunun eksikliğini hissedeceklerini belirtmek şimdiden mümkündür.
Dünyada önemli küresel ve bölgesel meselelerin ortaya çıktığı, AB’nin ekonomik, mali ve mülteci krizleriyle boğuştuğu fırtınalı dönemlerde görev yapan Şansölye Merkel’in gelişmeleri tüm yönleriyle izlemeye, değerlendirmeye ve detaylı şekilde analiz ettikten sonra bir karar almaya dayanan karar alma yaklaşımı krizlerin sıcak yaşandığı zamanlarda eleştirilmekle birlikte, geriye dönük bakıldığında genel anlamda başarılı olarak değerlendirilebilecektir. Özellikle 2015-2016 yıllarında yaşanan ve Avrupa’nın ve Almanya’nın daha önce tecrübe etmediği bir ağırlık ve yoğunlukta gerçekleşen Suriye kaynaklı düzensiz göç akışında Şansölye Merkel’in sergilediği insani tutum ülkesinde kendisine önemli siyasi fatura çıkarmış olmakla birlikte örnek bir tutum olarak uluslararası siyasi alanda insani açıdan takdir edilmelidir. Almanya’nın kapılarını bir milyon civarında bir düzensiz göçmen akımına açmış olması partisi CDU’yu Eylül 2017’de yapılan seçimlerde zorlamış ve Almanya İçin Alternatif (AfD) gibi aşırı sağ siyasi akımları/partileri güçlendirmiş olmakla birlikte Şansölye Merkel’in sıra dışı bu kararının tüm sonuçlarını düşünmeden aldığını ileri sürmek ancak onu yakından izlemeyen gözlemcilerin ve uzmanların gündeme getirebileceği naif bir iddia olacaktır. Şansölye Merkel iç siyaset açısından etkilerinin büyük olacağı açıkça görülen beklenmedik bir karar almış, sonrasında bunun sonuçlarına hem katlanmış, hem de bu sonuçları başarıyla yönetmiştir. Şansölye Merkel’in haleflerinin hangi partiden kim olurlarsa olsun gelecekte böyle bir kararı tekrar almaları olasılığının Alman iç siyasetinin gerçekleri ışığında sıfıra yakın olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır.
Öte yandan, Suriye’deki iç savaşı sonlandırma ve onun yol açtığı düzensiz göç krizi ve radikal örgütlerin terör saldırıları gibi çeşitli sonuçları öngörerek engel olmaya çalışma konusunda sadece Şansölye Merkel liderliğindeki Almanya’nın değil, genel anlamda AB’nin başarılı bir grafik sergilemediğini, düzensiz göçmenler ve terörist saldırılar Avrupa’ya ulaşmadan önce harekete geçmediğini de hep birlikte gözlemledik. O dönemdeki ABD Başkanı Barack Obama’nın Afganistan ve Irak’taki gibi büyük çaplı ve masraflı askeri müdahalelerden yorulan ülkesini başka ülkelerdeki iç çatışmalardan uzak tutma ve müttefiklerine “geriden liderlik etme (leading from behind)” politikasıyla birleşince, AB’nin ve Almanya’nın bu çekingen tavrı Suriye’de belki de erken bir aşamada müdahaleyle söndürülebilecek yangının giderek büyümesine yol açan koşulların oluşmasına katkıda bulunmuştur. Bu çekingen ve yetersiz tavır ise, komşuları arasında en uzun sınıra Suriye ile sahip olan Türkiye gibi önemli bir bölge ülkesini Suriye’deki çatışma ve sonuçlarına çözümü Rusya ve İran ile aramaya yönlendirmiştir.
Almanya’nın 2. Dünya Savaşı’nda (DS) ve sonrasında yaşadığı olumsuz tecrübeler ve ödediği ağır bedeller nedeniyle askeri güce ve güç kullanımına mesafeli yaklaşımı hem bu ülkenin, hem üyesi olduğu AB’nin dış politika davranışlarının belirlenmesinde şüphesiz etkili olmaktadır. Şansölye Merkel döneminde yapılan çeşitli kamuoyu araştırmalarında Alman halkının insani krizlere yol açan uluslararası çatışmalara başka ülkelerce müdahale edilebileceği ancak bunu Almanya’nın yapmaması gerektiği yönünde tercih ifade ettiği gözlemlenmiştir. Şüphesiz bu ilginç bir tutumdur. Kendisini bir “ticaret ülkesi (Handelsstaat) olarak tanımlayan ve uluslararası ticaretin ön koşulu olan uluslararası barış, istikrar ve güvenlikten en çok yararlanan Almanya’nın halkı ülkesinin başka ülkelerdeki çatışmalara askeri olarak müdahil olmasını istememektedir. Bununla birlikte Almanya’nın BM’nin ve AB’nin barış koruma ve çatışma sonrası yeniden inşa misyonlarına giderek artan şekilde katkı sağlama eğilimi de belirgindir.
Almanya çok yönlü ve çok boyutlu, küresel düzeyde aktif bir dış politika izlemektedir. Alman diplomasisi dünyanın önde gelen diplomatik yapılarından biridir. Bu kapsamda, uluslararası düzen, ABD, Çin ve Rusya gibi önemli ülkelerle ilişkiler, Suriye, Libya ve Ukrayna’da yaşanan iç çatışmalar, (Mart 2011’de Japonya’da yaşanan Fukuşima nükleer felaketinden sonra) enerji gibi önemli dış politika konularında da Şansölye Merkel’in ve onun liderliğindeki koalisyon hükümetlerinin Dışişleri Bakanlarının belirleyici tutumları dikkat çekmiştir. Şansölye Merkel’i en çok zorlayan dış politika sınamalarının başında 2017 yılı Ocak ayında göreve gelen bir önceki ABD Başkanı Donald Trump’ın tamamen beklenmedik denilemeyecek ancak zaman içinde öngörülemez bir hal alan ve ABD’nin 2. DS sonrasında mimarlığını yaptığı ve bugüne kadar da başat güç olarak işleyişini sağladığı liberal dünya düzeni ile Avrupa bütünleşmesi ve güvenliğine zarar verecek tarzdaki tutum ve beyanlarının geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Mülteci krizindeki tutumundan dolayı Şansölye Merkel’e şahsen ağır eleştirel ifadeler kullanmaktan da çekinmeyen Başkan Trump Almanya’nın NATO çerçevesinde Avrupa güvenliğinin sağlanmasına yeterli finansal kaynağı ayırmadığı iddiasını sıklıkla dile getirmiş, ABD’nin NATO’dan çıkması ihtimalinden bile bahsetmiş ve NATO üyesi ülkeleri askeri harcamalarını gayrısafi milli hasılalarının en az yüzde ikisine yükseltmeleri yönünde ısrarla zorlamıştır. Donald Trump’ın ikinci bir dönem için seçilememesinin genel anlamda AB’yi, özelde ise Almanya’yı ve lideri Angela Merkel’i rahatlatmış, Trump’tan görevi Ocak 2021’de devralan yeni Başkan Joe Biden’ın transatlantik ilişkilere ve uluslararası liberal düzene selefi tarafından verilen zararı onaracağı yönünde beklentiler ifade edilmiştir.
Uluslararası sistemde hızlı şekilde yükselen ve güçlenen, buna mukabil liberal demokratik ilke ve değerlere mesafeli Çin ile benzer şekilde iddialı ve askeri güce de başvurulan bir dış politika izleyen Rusya’ya karşı yeterince mesafeli davranmamakla, bu ve benzeri ülkelerdeki insan hakları ihlallerini güçlü şekilde gündeme getirmemekle eleştirilen Şansölye Merkel’in nihai tahlilde bir ticaret ve ihracat ülkesi olan Almanya’nın ekonomik çıkarları ile küresel insani ilkeler ve değerler arasında denge gözeten bir tutum izlediği yönünde yorumlar yapılmıştır. Bu kapsamda, ABD ile Çin arasında yaşanan ve “ticaret savaşları” olarak da tanımlanan anlaşmazlıkta ve daha sonra Covid-19 salgını sırasında ve sonrasında belirginleşen uluslararası sahnedeki siyasi güç rekabetinde de Merkel liderliğindeki Almanya’nın taraf seçmemeyi ve eşit mesafede durmaya çalıştığı tarafları uluslararası sistemin denge ve istikrarını bozacak çatışmalardan kaçınmaya teşvik etmeyi tercih ettiği görülmüştür. Şansölye Merkel’in bu tutumunun da gelecekteki Alman Şansölyeleri tarafından sürdürüleceğini tahmin etmek mümkündür, zira Henry Kissinger’ın da bilgece tespit etiği gibi “Almanya Avrupa için çok büyük, dünya içinse küçük” bir güçtür, kaynakları sınırsız değildir, bu durumunun farkındadır, uluslararası sistemdeki rolünü bu kapsamda oynamakta ve kendisinde beklentileri makul düzeyde tutmaya özen göstermektedir.
Şansölye Merkel’in halefinin uluslararası sahnede onun yerini doldurabilmesi kolay olmayacaktır. Bu tespit özellikle Şansölye Merkel’in görev süresinin çok uzun olması ve kendine has yaklaşımlarının da katkısıyla uluslararası sistemde saygın bir yer kazanması ve halefinin uluslararası muhatapları nezdinde Merkel gibi kendisini ispatlamasının zaman alacağı gerçeklerine dayanmaktadır. Şansölye Merkel’in dış politika parametrelerinin, Almanya’nın onun döneminde sergilediği dış politika davranışlarının ve ondan sonra yaşanabilecek dış politika gelişmelerinin böyle kısa bir yazıya sığdırılması mümkün değildir. Bu tespitle yazıyı bitirmeden önce, bu fırsattan istifadeyle Time dergisi tarafından 2015 yılında “Yılın Kişisi” seçilen ve uluslararası anketlerde ülkesinin ve Avrupa’nın ötesinde saygınlığa sahip olduğunu pek çok kere tespit ve teyit edilen Şansölye Merkel’in aktif siyaset sonrasında bilge siyasetçi ve bilim insanı kimliğiyle uluslararası siyasette aktif roller oynaması ve çabalarını sürdürmesi dileğimi belirtmek ve iletmek isterim. Özellikle küresel düzenin devamı, uluslararası sistemdeki eksikliklerin ve dengesizliklerin giderilmesi, demokrasi ve insan haklarının savunulması, iklim değişikliği ve çevre ve başka pek çok önemli alanlarda küresel düzeyde etki doğurabilecek çalışmalara zaman ayırabilmesi ve öncülük etmesi şüphesiz gelecek nesiller tarafından da takdirle karşılanacaktır.