Share This Article
Prof. Serdar Erdurmaz
Bir önceki değerlendirmelerimizde Taliban’ın Paştunlardan oluştuğunu ve Özbekler ile Taciklerin buna karşı olması nedeniyle Kabil’e ilerlemelerinin güçlükler içereceğini ve ülkenin iki parçaya bölünebileceğini belirtmiştik. Anlaşıldığı kadarıyla, Taliban 34 eyaletin 18’ini ele geçirerek, başkent Kabil yakınlarına kadar gelmiştir. Uluslararası haber ajanslarında başkentin düşmesi an meselesi olarak belirtilmektedir. Bu durumda yapılan değerlendirme geçerliliğini yitirmiştir.
Ortaya çıkan yeni durumda Aganistan’ın 2001 yılı öncesindeki duruma dönmeye başladığı ve Taliban’ın dine dayalı devlet yönetiminin yeniden gündeme geleceği açıktır. Ülkede onlarca yıldır batı ülkelerinin demokratik, laik, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygılı bir merkezi hükümet kurma çabalarının suya düştüğü acı bir şekilde tecrübe ile sabit olmaktadır.
Gerek NATO ülkeleri ve BM üyesi ülkeler ve gerekse Afgan halkı tarafından yıllarca verilen bunca insan kaybı, finansal yatırım ve sosyo-ekonomik iyileştirme çabaları sıfır sonuçlu bir denklem olarak tarihte yerini almıştır. Bu durum, Suriye örneğiyle birlikte, ülke halkları özümsemediği takdirde, batı ülkeleri tarafından yukarıdan yapılan demokratikleşme çabalarının olumlu bir değişim yaratmadığını somut bir şekilde tarihe işlemektedir.
Afghanistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani Ahmetsay tarafından Afgan Silahlı Kuvvetlerinin Taliban’a karşı ülkeyi savunmakta kararlı olduğu açıklanmıştır. Ancak, anlaşıldığı kadarıyla, ABD tarafından teçhiz edilerek, eğitilen ve danışmanlar vasıtasıyla yönlendirilen merkezi hükümet kuvvetlerinin Taliban’ın kararlılığı karşısında herhangi bir varlık gösteremediği bir gerçek olarak gözlerimizin önüne serilmiştir. Bir ülkenin silahlı kuvvetlerinin savaşma azim ve iradesi yoksa o ülkenin hasma karşı savaşı kazanması hayalden öte bir şey değildir. Bu gerçeğe bir de halkın desteği ve karşı koyma kararlılığını ilave etmek gerekmektedir. Onlarca yıldır ülkede işgaller ve iç savaşla mücadele eden halkın artık kimi destekleyeceği konusundaki umutsuzluğu mevcut durumu en az hasar ile kabul etme zorunluluğunu getirmiştir. Afgan halkının kendi ülkesini savunma iradesinin sıfır noktasında olduğunu gelişmeler göstermektedir.
Taliban Kabil şehrine çatışmadan girme amacındadır. Bu konuda yapılan açıklamalarda, mevcut Cumhurbaşkanı’nın istifası ve barışçı bir şekilde ülke yönetiminin Taliban’a devri gündeme getirilmektedir. Gelişmeleri günbe gün izleyeceğiz. Kabil’de elçiliği olan batı ülkeleri elemanları panik halinde ülkeyi terk etme faaliyetindedir. ABD ve AB ve bunun yanısıra BM artık, Afganistan’da arzu edilen demokratik yönetimi tesis etmenin mümkün olamayacağını idrak etmiş ve Taliban’a karşı dışarıdan herhangi bir müdahale arzusu içinde olmadıklarını duruşlarıyla ortaya koymaktadır.
Afgan halkı umutsuz durumdadır. Hükümet taraftarı olan unsurlar canlarını kurtarmak için ülkeyi terk etme telaşı içindeler. Doğu istikametinde Pakistan’a yapılacak kaçışların gerekli güvenliği sağlamaması nedeniyle, tek kaçış istikameti olarak İran ve onun üzerinden Türkiye’dir. Ortaya çıkan düzensiz Afgan göcü Türkiye’de Suriye göçmen problemi ile birlikte yavaş yavaş demografik, sosyo-ekonomik, psikolojik ve etnik sorunlara gebe olmaya başlamıştır. Hükümet istekli olmasına rağmen, halkın kabul etmediği çatışmalara gebe bir manzara ortaya çıkmaktadır.
Uluslararasındaki ilişkilerde esas unsur “milli çıkarlardır”. Aynı dine sahip olmanın getirdiği kardeşlik duygusunun milli çıkarlar açısından bir getirisi yoktur. Bir kısım düşünürler bunu “İnsani bir davranış” gereği olarak nitelendirebilirler. Ancak, uluslararası ilişkilerin “realist” yaklaşımlı dünyasında milli çıkarların daha öncelikli olduğu örnekleriyle sabittir. En güzel ve çarpıcı örneği; Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Kutsal Kitap Kur’an’da lanetlenmiş halk olarak kabul edilen İsrail ile siyasi ilişkileri tesis ederek geliştirmesi, Hıristiyan Yunanistan ile Türkiye’ye karşı anlaşması, İran’ın dindaş Afganları kabul etmeyerek Türkiye sınırına taşımasıdır. Bu açıdan Ankara’nın insani yaklaşımı teenni ile değerlendirmesi elzem bir yaklaşım olacaktır. Nitekim, İran sınırına duvar örülmesi girişimi bu konuda hükümetin kararlılığına işarettir.
Diğer taraftan, Ankara’nın Kabil havaalanını kontrol konusundaki girişimi Taliban’ın süratle ilerlemesi ve Kabil’e varması ile bekle-gör siyasetine dönüşmüştür. Ankara muhtemelen Afgan siyasetini Taliban ve ABD’nin yaklaşımlarına göre şekillendirecektir.
Önümüzdeki günler Afganistan’da büyük dönüşümlere şahit olacaktır. Afganistan’ın 2001 öncesi Taliban’ın aşırı dinci, şeriatla yönetilen baskıcı rejimine evrildiğini göreceğiz. Bunun yanısıra, bir ülkenin siyasi yapısının batı tarafından yukarıdan yapılacak müdahalelerle mümkün olmayacağını teyid eden uluslararası siyaset tarihi gündemde yerini alacaktır.
Temennimiz, üstüste felaketlerle boğuşmak zorunda olan ülkemizin bu safhada artan bir şekilde baskısını arttıracak düzensiz göç krizini en az zararla atlatacak şekilde yönetmesidir. Afgan siyasetini ise “bekle-gör” prensibi doğrultusunda, fevri çıkışlardan uzak sakin bir şekilde, ABD ve diğer Batı ülkelerinin davranışlarını görerek, değerlendirdikten sonra şekillendirmesi akılcı bir yaklaşım olacaktır.