Share This Article
Çok Merkezli Dünyada İki Orta Gücün Rekabeti: Türkiye-Hindistan Gerilimi
Turgut Kerem Tuncel, PhD
22 Nisan’da Hindistan yönetimindeki Cammu Keşmir’in Pahalgam bölgesinde gerçekleştirilen terör saldırısı sonrasında Hindistan ve Pakistan arasında kısa süreli bir çatışma yaşandı. Bu esnada Türkiye ve Hindistan arasında da bir gerilim ortaya çıktı. Bunun nedeni Yeni Delhi’nin, Ankara’nın İslamabad’a verdiğini iddia ettiği destekten duyduğu rahatsızlıktı.
Ankara ve Yeni Delhi arasında yaşanan gerilim farklı haber, yorum ve analiz kaynaklarınca irdelendi. Yapılan değerlendirmelerin ekseriyeti, Hindistan’ın Türkiye’yi “cezalandırmaya” yönelik ekonomi ve ticaret alanında attığı adımlara odaklandı. Bunlar anlamlı ve gerekli değerlendirmeler kuşkusuz. Ancak, Türkiye-Hindistan geriliminin, teorik bir perspektife oturtularak, analiz düzeyi küresel jeopolitik olan bir bakış açısıyla da incelenmesi gerekiyor. Çünkü, Türkiye-Hindistan ilişkilerinin yaklaşık son on yıldır almakta olduğu biçim, günümüz jeopolitiğine dair çok şey söylüyor.
Çok Merkezli Dünya Düzeni ve Orta Güçler
Soğuk savaş sonrası tek kutuplu (unipolar) dünya düzenin çoktan mazide kaldığı konusunda herkes hemfikir. Esas tartışma, bunun yerini neyin aldığı. Genel geçer yanıt, çok kutupluluk (multipolarity). Ancak, askeri, ekonomik ve siyasi güç anlamında görece aynı düzeyde olan ikiden fazla güç merkezine işaret eden bu tanımlama için henüz erken. Batı dışı aktörlerin yükselişine rağmen, ABD halen dünyanın tek süper gücü. ABD’yi zorlayan bir tek Çin var.
Var olan durumu, farklı alanlarda farklı etki seviyelerine sahip çok sayıda güç merkezine işaret eden çok merkezlilik (polycentrism) kavramıyla tanımlamak daha doğru. Bunun yanında, küresel ilişkilerde o ya da bu şekilde tanımlanan bir düzen aramanın her zaman doğru olmayabileceği de hatırlanmalı. Düzen kadar düzensizlik (orderlessness) de uluslararası ilişkilerin karakteri olabilir. Çok merkezli bir dünyada düzen değil düzensizlik esas işleyiş biçimi halini alabilir.
Çok merkezli dünyanın temel özelliklerinden biri; ABD, Çin, Rusya gibi, büyük güç olarak tanımlanabilecek kadar güçlü olmasa da dikkate değer düzeyde etki ve stratejik öneme ve görece özerk hareket kabiliyetine sahip orta güçlerin (middle powers) bölgesel ve küresel jeopolitikte artan önemleri. Avusturalya, Kanada, Hollanda, Singapur, Güney Kore, Nijerya, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika, Endonezya, Vietnam ve Türkiye günümüzde orta güç olarak tanımlanan ülkelerden bazıları. Çok merkezlilik ve orta güçler, diyalektik bir ilişki içinde birlikte yükselişteler.
Çok merkezli dünyada dikkati çeken bir husus, orta güçlerin, büyük güçlerin vekili konumunda olmadan, birbirleriyle görece özerk aktörler olarak dostluk veya karşıtlık ilişkisi içine girebilmeleri. Orta güçlerin yalnızca aynı bölgeyi paylaştıkları devletlerle değil, birbirinden uzak ve görünürde bağlantısız bölgelerdeki devletlerle de bölgeler-ötesi (transregional) ilişkiler geliştirdikleri görülüyor. Türkiye ve Hindistan arasındaki ilişkiler, görece özerk iki orta güç arasındaki bölgeler-ötesi ilişkiler için önemli bir örnek.
Türkiye ve Hindistan: İki Benzer Benzemez
Türkiye, 19. yüzyılın ortalarından itibaren yarı-sömürge haline gelmiş Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını takiben Batılı emperyalistlere karşı yürütülen bağımsızlık savaşı sonrasında, 1923 yılında imzalan Lozan Anlaşması’yla bağımsız ve egemen bir devlet olarak tarih sahnesine çıktı. Bundan yirmi dokuz yıl sonra, Soğuk Savaş’ın başlamasına mukabil, 1952 yılında, doğu kanadını tahkim etmek üzere NATO’ya kabul edildi. Böylece, Batı Bloğu’ndaki yerini aldı.
18. yüzyılın ortalarından itibaren Batılı güçler tarafından sömürgeleştirilme sürecine giren Hindistan, 1858’de Britanya İmparatorluğu’nun doğrudan yönetimi altına girdi. 1947 yılında bağımsızlığını kazandı. Sömürge sonrası Hindistan, uluslararası bağlantısızlık hareketine (non-aligned movement) dâhil olarak ne Batı ne de komünist bloklarının içinde yer aldı, SSCB ile dostane ilişkiler geliştirdi.
Soğuk savaş sonrası dönemde iki ülke de, yeni jeopolitik bağlamda yollarını bulmak için çabaladı. 2010lu yıllara gelindiğinde, hem Türkiye’nin hem de Hindistan’ın dış politikalarında stratejik özerklik kavramı belirginleşmeye başladı.
Türkiye, Washington ve Brüksel ile stratejik ilişkilerini devam ettirirken, aynı zamanda çok yönlü (multidirectional) bir dış politika yaklaşımını benimsedi. Bu kapsamda, Afrika, Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu’da bir aktör haline gelmeye çalıştı. 2019’da ilan edilen “Yeniden Asya Girişimi” ile Asya kıtasının tümüne ulaşmayı hedefledi. Ankara, bu coğrafyalarda artan etkisinin kendisine ABD ve Avrupa ile ilişkilerinde avantaj sağlayacağını hesap etti. Aynı çerçevede, bu coğrafyalardaki etkinliğinin, Batı nezdindeki stratejik önemini güçlendireceğini umdu.
Hindistan, Neighbourhood First, Act East, Think West, Connect Central Asia ve SAGAR politikalarıyla, komşuları ve Hint-Pasifik, Basra Körfezi, Batı Asya ve Orta Asya ülkeleriyle kültürel, ekonomik, ticari, stratejik ilişkilerini geliştirme yoluna gitti. 2009 yılında, sonraki yıllarda Küresel Güney için en önemli platform haline gelecek olan BRICS’in kurucu üyesi oldu. 2017 yılında Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katıldı. Bunların yanında, tarihsel olarak Çin’le rekabet halinde olan Hindistan, son yıllarda ABD ve Avrupa ülkeleri ile askeri ve teknoloji gibi alanlarda oldukça yakın ilişkiler de geliştirdi. Hint-Pasifik güvenliği alanında ABD ile ilişkileri, resmiyette olmasa da, neredeyse bir ittifak düzeyinde. İlk kez 2007’de ikinci kez 2017’de kurulan, Avustralya, Japonya ve ABD’nin üyesi olduğu QUAD’a üye.
Karşılıklı Cepheleşme
Hindistan’ın 15 Ağustos 1947’de bağımsızlığını kazanması, aynı zamanda bölünmesi anlamına da geldi. Hint alt kıtasında bu tarihe kadar Britanya hâkimiyetinde kalan topraklarda, Hindistan ve Pakistan, iki düşman kardeş olan bağımsız devletler olarak tarih sahnesine birlikte çıktılar. Aralarındaki Keşmir ihtilafı, iki ülkeyi pek çok kez savaş ve çatışmalara sürükledi.
Türkiye, Keşmir ihtilafı bağlamında, 1990lı yıllar dışında, hep Pakistan yanlısı bir tutum sergiledi. Pakistan ise, Kıbrıs konusunda Türkiye’yi destekledi. Buna karşılık Hindistan, Kıbrıs meselesinde Yunan-Rum tarafında konumlandı. Son yıllarda ise Hindistan’ın Ermenistan’la da stratejik boyutlu askeri ilişkiler geliştirdiği görülüyor. Türkiye; Hindistan, Yunanistan, GKRY ve Ermenistan’ın içinde yer aldığı hasım bir cephenin ortaya çıkmakta olduğu bir durumla karşı karşıya. Buna karşılık Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan’ın bir karşı cephe inşa ettiği görülüyor.
2018’den bu yana Hindistan ile GKRY arasındaki diplomatik ilişkiler yoğunlaşırken, 2023 Ağustos’unda Hindistan Başbakanı Modi, Yunanistan’ı ziyaret etti. Bu, bir Hindistan başbakanının Atina’ya kırk yıldan sonraki ilk ziyaretiydi. Bu ziyarette iki ülke ilişkileri “stratejik ortaklık” seviyesine çıkartıldı. Şubat 2024’te bu kez Yunan Başbakanı Mitsotakis, Yunan Genel Kurmay Başkanı’nın da aralarında olduğu kalabalık bir heyetle Yeni Delhi’deydi. Bu ziyarette, iki ülke arasındaki stratejik ilişkilerin silahlı kuvvetlerinin ortak eğitim faaliyetlerini de kapsayacak şekilde derinleştirmesine dair bir anlaşma imzalandı. Şubat 2025’te Umman Denizi’nde gerçekleştirilen ortak tatbikat bunun bir sonucuydu. Nisan 2025’te aralarında İsrail, Fransa, BAE’nin de olduğu on iki ülkenin katıldığı hava tatbikatına Hindistan da katıldı. Hint basınında bu tatbikatın Akdeniz’de Türkiye-Pakistan etkisine karşı yapıldığına dair yorumlar yer aldı.
Azerbaycan ve Ermenistan arasında 2020 yılında yaşanan ve Azerbaycan’ın Ermenistan’ın işgali altındaki topraklarının büyük bir bölümünü geri almasıyla neticelenen savaş, Hindistan ve Ermenistan arasında gelişen askeri ilişkiler için bir dönüm noktası oldu. Bu savaştan sonra Hindistan, Ermenistan’ın en büyük silah tedarikçilerinden biri haline geldi. 2023 sonu itibariyle, Ermenistan’ın Hindistan’dan 600 milyon dolar değerinde ileri teknoloji silah sistemleri satın aldığı söyleniyor. Askeri işbirliği anlaşmalarının değerinin 2 milyar doları bulduğunu aktaran kaynaklar var. 2024’te iki ülke arasında askeri eğitim ve tatbikatlar yürütülmesi yönünde bir çalışma grubu oluşturulduğu basına yansıdı.
Diğer tarafa baktığımızda ise, Türkiye’nin Pakistan’la savunma alanındaki işbirliğinin son on yılda ivme kazandığı görülüyor. 2016 yılında, Pakistan donanmasına ait denizaltıların modernizasyonunu Türkiye üstlendi. 2021’de ilk denizaltı teslim edildi. 2018’de dört hafif savaş gemisi için anlaşma yapıldı. Türkiye ilk gemiyi 2023’te teslim etti. 2018’de otuz T129 ATAK helikopterinin Pakistan’a satışı anlaşması yapıldı. Ancak, 2022’de İslamabat bundan vazgeçtiğini açıkladı. 2022’de Türkiye Afganistan’dan üç eğitim uçağı aldı. İki ülke arasında drone üretiminde işbirliğine dair anlaşma yapıldığına dair raporlar var. Günümüzde, Türkiye, Pakistan’ın en büyük ikinci silah tedarikçisi konumunda. İslamabad, silah ithalatının %11’ini Türkiye’den yapıyor.
2020 savaşında Türkiye gibi açıkça Azerbaycan’ı destekleyen bir diğer ülke Pakistan’dı. Azerbaycan ve Pakistan arasında gelişen askeri işbirliğine dair de işaretler var. Örneğin Eylül 2024’te, Azerbaycan’ın Pakistan’dan 1,6 milyar dolar değerinde JF-17 savaş uçağı, mühimmat ve eğitim almasını öngören bir anlaşma yapıldığı duyuruldu.
Rekabet halindeki jeo-ekonomik projeler
Yukarıda bahsedilen cepheleşme, yalnızca askeri ve siyasi alanlarda söz konusu değil. Avrasya’daki en önemli jeo-ekonomik meselelerden biri olan Doğu-Batı ve Kuzey-Güney ulaşım koridorları konusunda da iki grup arasında örtük bir rekabet söz konusu. Jeopolitik karşı karşıya geliş, jeo-ekonomik rekabeti de kışkırtıyor.
Türkiye’nin Avrasya stratejisinin temelinde, Doğu-Batı hattındaki enerji ve ulaşım hatlarının üzerinden geçtiği bir hub olarak, Asya-Avrupa bağlantısallığı için kilit ülke konumuna gelmek yatıyor. Azerbaycan’ın da benzer bir stratejisi var. Bu çerçevede Rusya’yı bypass ederek Çin’i; Orta Asya, Hazar Denizi, Güney Kafkasya ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlayacak ana hat olması umulan Trans-Hazar Uluslararası Taşımacılık Rotası (Orta Koridor), Ankara ve Bakü için büyük önem taşıyor. Orta Koridor’un ana hat olmasına katkısı olacak Çin’in Yol ve Kuşak Girişimi (BRI), Türkiye için bu nedenle önemli.
İlk kez Eylül 2023’te, Yeni Delhi’de gerçekleştirilen G20 Zirvesinde gündeme gelen, Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC), Asya-Avrupa arasındaki ticaretin Hindistan’dan başlayıp deniz yoluyla BAE’ye sonra Suudi Arabistan, Ürdün, İsrail’e ve daha sonra yine deniz yoluyla Yunanistan’a ulaşan bir hat üzerinden yürütülmesini öngörüyor. IMEC projesinin önemli bir hedefinin Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi baltalamak olduğu anlaşılıyor. Ancak, Orta Koridor projesini de görece önemsizleştirecek bir proje. IMEC ayrıca, 2024 yılında gündeme gelen deniz yoluyla Irak’ın Basra Körfezi’nde ki El-Faw limanına gelecek kargoların karayoluyla Irak üzerinde Türkiye’ye, buradan da kara ve denizyoluyla Avrupa’ya taşınmasını hedefleyen “Irak Kalkınma Yolu” projesiyle de çelişiyor. Bu projeler bağlamında, Türkiye ve Azerbaycan ile Hindistan, Yunanistan ve GKRY karşıt saflarda yer alıyor.
Kuzey-Güney bağlantısallığı ile ilgili konu, Hint Denizi ile Rusya ve Avrupa’yı birbirine bağlamak. Bu kapsamda söz konusu olan iki proje var. Bunlardan ilki Hindistan’ı deniz yoluyla İran’a, sonrasında karayoluyla Azerbaycan’a, bundan sonra ise Rusya’ya ve Gürcistan ile Karadeniz üzerinden Avrupa’ya bağlaması fikri üzerinden şekillenen Uluslararası Kuzey-Güney Ulaştırma Koridoru (INSTC). INSTC’nin alternatifi, Azerbaycan’ın yerine Ermenistan’ı koyan Basra Körfezi-Karadeniz (BKKK) Koridoru. Her ne kadar gelinen noktada INSTC öne çıkıyor olsa da, Pakistan ile ilişkileri nedeniyle Azerbaycan’a ceza kesmek isteyen Hindistan’ın, Ermenistan lehine BKKK için bastırma olasılığı söz konusu. Türkiye ve Azerbaycan arasındaki yakın stratejik ilişkiler ve Ankara-Erivan hattındaki belirsizlik düşünüldüğünde, bu ihtimal Türkiye için de bir sorun teşkil ediyor.
Tüm bunlar, Türkiye ve Hindistan gibi iki önemli orta güç arasındaki ilişkilerin hayli sorunlu bir zeminde geliştiğini gösteriyor. Bunun her iki tarafın da zarar göreceği sonuçları olabilecektir. Örneğin, 2024 sonbaharında Türkiye’nin BRICS’e üyeliği beklenirken, bunun Hindistan vetosu nedeniyle gerçekleşmediğine dair – İletişim Başkanlığı’nın reddettiği – iddialar gündeme geldi. Kuşkusuz, kapalı kapılar ardında ne olduğunu bilemeyiz. Ancak, Hindistan gibi uluslararası alanda etkili bir ülke ile yaşanan gerilimlerin Türkiye için sorunlu bir durum olduğu söylenebilir. Tabii ki, Hindistan için de ortaya çıkabilecek olumsuzluklar vardır.
Karmaşıklaşan Dünya’yı Anlamak
Yeni Delhi ve Ankara arasında yaklaşık son on yıldır şekillenmekte olan ilişki biçimi, çok merkezlileşen dünyada yetenek ve etkileri artan orta güçler arasında ortaya çıkabilecek bölgeler-ötesi çatışmalı ilişkilere dair önemli bir örnek. Bu örnek, küresel siyaseti “büyük güçler ve onların vekilleri/piyonları” çerçevesinde ele alan soğuk savaş döneminden miras geleneksel anlayışın sınırlarını gösteriyor.
Günümüz jeopolitiğini anlamak için orta ve küçük ölçekli devletleri, çıkarlarını maksimize etmeye çalışan, kendi aralarında dostane veya çatışmacı ilişkiler geliştiren, küresel jeopolitik ve jeo-ekonomik gelişmeleri yönlendirmeye çabalayan görece özerk aktörler olarak gören bir bakış açısına ihtiyaç var. Ancak bu yapılırken, yapısal sınırlılıkları ve bağımlılık ilişkilerini görmezden gelmeden, yapı ve aktör arasındaki ilişkiyi doğru şekilde ele almak icap ediyor.
Hint alt kıtası, Orta ve Batı Asya, Orta Doğu, Kafkasya ve Akdeniz gibi farklı bölgelerde sürmekte olan Türkiye ve Hindistan arasındaki rekabet, jeopolitik analizlerin bölgeler-ötesi (transregional) bir perspektifle, ilk bakışta ilgisiz gibi görülebilecekse de farklı bölgelerdeki gelişmelerle bağlantılandırılarak yapılması gerekliliğine işaret ediyor.
Türkiye’nin bir orta güç olarak bölgesel ve küresel iddiaları olacaksa, meseleleri analitik ve çok boyutlu bir düzlemde değerlendirme yeteneğine sahip, siyaset, bürokrasi ve akademi/düşünce kuruluşu dünyasından kişileri içeren bir dış politika elitine ihtiyacı olacak.