Share This Article
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ: YENİ BİR YOL BULMA ZAMANI
Doç. Dr. Sinem Ünaldılar
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 29 Ağustos’ta Brüksel’de düzenlenen AB Dışişleri Bakanları gayri resmi toplantısına 5 yıl aradan sonra katılması, uzun süredir hiçbir ilerleme sağlanamayan AB-Türkiye ilişkileri açısından bir ivme yaratabileceği ihtimali çerçevesinde dikkatleri üzerine topladı. Türkiye-AB ilişkilerinde gerçek bir ilerleme sağlanıp sağlanmayacağı sorusuna cevap vermek içinse hem AB’nin hem de Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar değerlendirilerek ona göre bir yorum yapmak gerekir.
AB, uluslararası ilişkilerin oldukça çalkantılı bir dönemi ile baş etmeye çalışmakta. Uzayan Ukrayna-Rusya savaşı, AB’nin ekonomik yükünü giderek ağırlaştırıyor. Savaşı finanse etmeye ve Rusya’ya yaptırım uygulamaya devam etmek AB açısından ciddi bir ekonomik yük oluşturuyor ve Birlik içerisindeki çatlak sesleri bastırmak giderek daha zor hale geliyor. Bununla birlikte AB, İsrail Gazze Savaşı’nda net bir tavır ortaya koyamadı. Bu açıdan uluslararası bir aktör olarak gösterdiği performans içler acısı. AB, Stratejik Pusula gibi ortak dış ve güvenlik politikasına rehber olabilecek metinler üretmekte. Ancak pratiğe gelince performansı beklenileninin altında kalmaya devam ediyor. Bununla birlikte Kuzey Afrika’da etki alanını Rusya ve Türkiye’ye kaptırırken genişleme politikasını etkin biçimde yürüttüğünden söz etmek güç. Kadim bir müttefiklik ilişkisine dayanan transatlantik ilişkilerin geleceğini ise Kasım’da ABD’de gerçekleşecek seçimler nedeniyle tahmin etmek zor görülüyor. Trump’ın kazandığı seçimlerin AB’nin işini kolaylaştırmayacağı açık. AB cephesinde çözülmesi gereken çok konu başlığı ve dış politikada gerçek bir aktör olabilmek için kat edilmesi gereken çok yol var.
Türkiye ise dış güvenlik politikasını ilgilendiren pek çok konu başlığında AB’den farklılaşan bir dış politika izliyor. Ukrayna Savaşı’nın başından beri denge politikasını sürdürmeye çalışsa da Rusya ile yakın ilişkiler Batı ittifakı tarafından eleştiriliyor ve Türkiye’nin ağırlığının zaman zaman Rusya eksenine kaydığı Batılı müttefikler tarafından dillendiriliyor. Rusya’ya uygulanan yaptırımlara katılmamasının yanı sıra Batılı firmaların Rusya ile ticarete Türkiye üzerinden devam ettiği eleştirisi de AB ile ilişkileri zora sokan bir konu başlığı olmuştu. İsrail- Gazze konusunda Türkiye’nin izlediği politik çizgi AB üyelerinden çok farklı. Netanyahu’nun insanlık suçu olarak kabul edilen eylemlerini her fırsatta ağır bir dille eleştiren ve Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’e karşı açılan davaya müdahil olan Türkiye ile AB’nin Ortadoğu politikaları birbirinden ayrışmakta.
NATO ve ABD ile yaşanan sorunlar, Türkiye’nin AB üyelik sürecine katkı sağlamadığı gibi Türkiye’nin Batı ile sorunlarını çözmesi konusunda da sert engeller çıkarıyor. Partnerleri Türkiye’nin güvenlik endişelerini görmezden gelirken göçten teröre pek çok konuda sorunlarını yalnız çözmek zorunda kalan Ankara, AB ve NATO üyelerine olan güvenini kaybediyor. Anlatılan bu süreç, tarafların Türkiye’nin adaylığa kabul edildiği 2005 yılından o kadar başka bir zemine işaret ediyor ki Türkiye ve AB ihtilaflı konularda anlaşsalar bile bu dinamiklerin çizdiği bir çerçevede birbiriyle uyumlu politikalar formüle etmeleri güç olacaktır.
Bu zor konjonktürde beş yıl aradan sonra gerçekleşen davet ve Dışişleri Bakanı Sayın Fidan’ın toplantıya katılımı, Türkiye AB ilişkileri açısından ciddi bir gelişme beklentisi içermese de en azından vize serbestisi, Gümrük Birliği revizyonu ve daha fazla işbirliği açısından olumlu bir beklenti yarattı. Ancak vize serbestisinin sağlanmasında bile yol alınamıyor. Dolayısıyla Türkiye AB ilişkilerinde pozitif gündemin gerçekleştirilmesi de pek mümkün görünmüyor. Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili Yunan Dışişleri Bakanı Gerapetritis ile gerçekleştirilen ikili görüşme ve BM çerçevesinde diyaloğun yeniden başlaması beklentisi olumlu bir iklim yaratsa da Kıbrıs konusunda gerçek bir gelişme yakalanacağını düşünmek çok olası değil. Türkiye’nin üyeliği gün geçtikçe imkansız hale gelirken ortak işbirliği alanları bulmak da giderek zorlaşıyor. Vize serbestisi konusunda 66 kriterin tamamlanmasına rağmen ifade özgürlüğü ve terörle mücadele gibi zor başlıkları içeren 6 kriter için çalışmalar devam ediyor.
AB-Türkiye ilişkileri konusunda çalışan uzmanlarla birlikte yapılan pek çok toplantıda tarafların ilişkilerini geliştirebilecek başlıkların neler olabileceği üstüne pek çok çalışma yaptık. Bu başlıklardan birisi de savunma sanayii olarak öne çıktı. Türkiye’nin savunma sanayiinde gösterdiği başarılı performans düşünüldüğünde AB’nin PESCO projelerine 3. ülke olarak dahil olmasının savunma alanında işbirliği için bir ihtimal yaratacağı düşünülmüştü. Ancak Yunanistan vetosu bu alanda da işbirliğinin gerçekleşmesine engel oluyor. Bu bağlamda savunma sanayiinde bir işbirliği sağlamak da zor bir ihtimal.
Bütün dinamikler göz önüne alındığında üyelik sürecindeki Türkiye’nin AB tarafından aday üye değil sadece belli teknik konularda işbirliği yapılan bir partnere döndürülmeye çalıştığı açık. Türkiye’nin BRICS üyeliği başvurusu söylentilerinin bu haftanın gündem maddelerinden birisi olduğu düşünüldüğünde süreçte Türkiye’nin Batılı müttefikleri tarafından uğradığı hayal kırıklığının önemli bir payı olduğunu söylemek mümkün. Şangay Zirve’lerinde boy göstermesi ve bunun iç basında AB ile toplantılardan daha çok yer alması da aynı sürecin parçası olarak değerlendirilebilir. (Şangay İşbirliği Örgütü’ne üyelik için NATO ittifakından ayrılma gerekliliğini ve bunun çok mümkün bir seçenek olmadığının da altını çizmek gerekir). Dolayısıyla AB’nin Türkiye’yi sıklıkla hayal kırıklığına uğratarak ötekileştirmesi ilişkilerin gelişmesine yardımcı olmuyor. Öte taraftan Türkiye’nin de bu süreçte ciddi hataları olduğunu belirtmek gerekir. İnsan hakları, ifade özgürlüğü ve demokrasi konusunda ülke içerisinde yaşanan sorunlar ciddi eleştirilere sebep olarak AB’nin elini güçlendiriyor. Ancak taraflar arasındaki güven bunalımı, Kopenhag kriterlerini de vize serbestisi için gereken kriterlerin sağlanmasını da aşmış durumda. Dış politika vizyonu açısından birbirinden çok ayrı yerlere savrulmuş, işbirliği imkanlarını elinin tersiyle iten iki aktörden söz ediyoruz. Peki nasıl bir yol haritası izlemek gerekir?
Türkiye’nin atması gereken adımlar aslında çok açık. Demokratik standartlar konusunda kendisinden beklenilen adımları atması ve kurumsallaşma konusunda ciddi bir performans göstermesi, inandırıcılığını güçlendirecektir. Bununla birlikte AB eğer gerçek ve ciddiye alınan bir dış politika aktörü olmak istiyorsa Türkiye’nin dinamizminden, bölgesindeki gücünden, savunma konusundaki yetkinliğinden faydalanmayı bilmeli. İçinde Türkiye olmadan Suriye sorununu çözmek, Ortadoğu’da barış ortamı tesis etmek, Doğu Akdeniz’de pürüzsüz ilerlemek ve mülteci sorunu gibi problemlerin üstesinden gelmek mümkün değil. AB’nin Stratejik pusulada özellikle altını çizdiği askeri operasyon kapasitesinin arttırılması, NATO ile daha fonksiyonel işbirliği, örgütlerle işbirliğini güçlendirmek gibi konularda Türkiye, AB’ye açılım sağlayacak bir aday üye. Uluslararası ilişkilerin giderek daha zorlu bir hale geldiği dönemde bu gerçeklikleri fark etmek gerekiyor. Ancak AB’nin içerisinde yükselen sağ, AfD gibi partilerle baş etmekte zorlanan Almanya, hükümet kurma konusunda performansı ortada olan Macron gibi liderlerin performansı düşünüldüğünde yabancı düşmanlığının arttığı bu iklim, Türkiye’nin üyeliği açısından umut vaat etmiyor.
Hala 1990’ların kafası ile düşünüyoruz. Uluslararası ilişkilerdeki kavramların ve tüm aktörlerin rollerinin değiştiğini henüz algılayamadık. 90’ların güçlü liderleri, efsane dışişleri bakanları ve sorunları çözen becerikli diplomatların devri sona erdi. Yapay zekanın, siber güvenlik sorunlarının asimetrik tehditlerin ve vesayet savaşlarının dönemindeyiz. Yabancı düşmanlığı ve aşırı sağ tüm kıtayı sararken BRICS, Şangay İşbirliği Örgütü, ASEAN gündemde sürekli daha fazla yer kaplıyor. Uluslararası toplum onca yıllık ivmeden, onca koddan, bin emekle oluşturulan uluslararası hukuk ilkelerinden sonra insanlık suçlarına dur demeyi başaramıyor ve BM sadece bir beceriksizlik abidesi. Neden var olduğu günden güne daha çok sorgulanıyor. Onca komite, komisyon ve kurumsal yapının dünyanın güzide kentlerinde ofis açmaktan öte ne işe yaradığı merak konusu. Liberal kurumsalcılığa sahip çıkmanın bu zor ikliminde AB ile ilişkilerin olumlu bir yönde evrilmesini beklemek güç. Ancak uluslararası ilişkiler, en karanlık, en umutsuz günlerde dahi barış için akıl yürüten bir disiplin. Daha akil politikalarla gerçek bir ilerleme sağlamak hala mümkün olabilir. Yeter ki karşılıklı güvene daayalı, şeffaf ve kurumsal politikaları öncülleyen bir bakış açısı olsun.