Share This Article
Doç. Dr. Sinem Ünaldılar *
Kolektif Güvenlik anlayışının en önemli uluslararası örgütü NATO, 9-11 Temmuz tarihlerinde Washington’da 75’inci kuruluş yıl dönümünü kutladı. 75. yıldönümünde NATO Zirvesi’nin en önemli gündemi, Rusya ve Ukrayna Savaşıydı. Savaşın Batı ittifakı için ekonomik külfeti her geçen gün artarken ufukta barışa dair bir umudun göründüğünü söylemek mümkün değil. Bu çerçevede NATO Zirvesi’nde ittifakın caydırıcılığının ve savunma kapasitesinin arttırılması konusundaki kararlılık devam ediyor. Zirve’de ABD seyir füzelerinin 2026’dan itibaren Almanya’ya periyodik olarak konuşlandırılacağı kararının çıkmasını bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Bu karar, ittifakın askeri ekipman desteğine devam edeceğini de göstermekte. ABD’nin söz verdiği F-16’ların Ukrayna’ya gönderilmesi kararı da askeri ekipman desteğinin parçası. Danimarka ve Hollanda tarafından Ukrayna pilotlarına verilen uçuş eğitimi ve Belçika ile Norveç tarafından sağlanan ek hava mühimmatı desteğinin önemini de belirtmek gerekir. Bu açıdan Ukrayna Zirve’den dayanışma ruhunun gereği olan desteği alarak eve dönmüş oldu.
Zirve’nin ayırt edici özelliklerinden birisi genişleyen NATO’nun son üyesi olarak İsveç’in Zirve’ye katılmış olmasıydı. Dayanışma ruhunun ön plana çıkarıldığı bir dönemde İsveç’in ittifaka yeni üye olarak katılmış olmasının elbette sembolik bir değeri var. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra gerçekleşen İsveç ve Finlandiya’nın katılımı, NATO’nun Rusya’ya karşı kuzey sınırların güçlendirilmesi hedefini de gerçekleştirmesini sağlamış oldu.
NATO harcamaları, transatlantik ittifakın önemli sorunlarından birisi. ABD başkanları özellikle de Trump yönetimi tarafından eleştirilen her üye ülkenin GDP’sinin %2 sini NATO harcamalarına ayırma sorumluluğu ve üye ülkelerin bu eşiğin çok altında kalan harcamaları uzun süredir sorun olmaya devam ediyordu. Washington’daki Zirve’nin öne çıkan unsurlarından biri, 32 üyeden 23 ünün nihayet istenilen harcama seviyesine çıkmış olması. Bu sayının 2014’teki Zirve’de üç olduğu düşünülürse dayanışma ve caydırıcılık konusunda sorumluluk ve yük paylaşımında ciddi bir rol kat edildiği açık. Rusya ve Çin tehdidi ile baş etmek hem NATO ve AB’nin etkin işbirliğinden hem de savunma konusundaki bütçelerin arttırılmasından geçiyor. ABD dayanışma ilkesinin gereğini yerine getirmek için ittifak üyeleri üzerinde daha ciddi bir baskı ortaya koymakta.
2023 Vilnius Zirvesi’nde Savunma Sanayi’nin güçlendirilmesi ve üretimin arttırılması için yapılan anlaşmalar ve alınan kararlar konusunda kendi üstüne düşenleri yerine getiren ABD, müttefiklerinin de sorumluluk alması konusundaki tutumunu sürdürüyor.
Zirve sonuç metninde Rusya kadar önemli bir tehdit olarak algılanan ve daha önce NATO tarafından “sistemik rakip” olarak isimlendirilen Çin’in Rusya’ya olan desteğinin kınanması da önemli satır başlarındandı. Özellikle savunma sanayi açısından Çin’in Rusya’nın arkasındaki güç olması, Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Rusya’nın dayanıklılığını da arttıran önemli faktörlerden olmuştu. Rusya, sadece Çin ile değil aynı zamanda Kuzey Kore ve İran ile de ticari bağlantılarıyla savaşı devam ettirecek desteği bulmakta. Bu çerçevede AB ve ABD’nin uyguladığı yaptırımlara rağmen Rusya ekonomisi düşünüldüğü kadar hasar almadı. Hatta AB ekonomisinin daha fazla zarar gördüğü sıklıkla dile getiriliyor.
Asya-Pasifik bölgesinde işbirliğini geliştirmek de Zirve’nin önemli gündemlerindendi. NATO’nun son stratejisinin belirlendiği Madrid Zirvesi’nden beri Japonya, Güney Kore, Avusturalya ve Yeni Zelanda gibi bölgenin önemli aktörleri Zirve’ye davet edilmekte. Dört Pasifik ülkesi, Avrupa’ya savunma sanayi ekipmanları ve teknoloji satmanın yanı sıra Ukrayna’ya da sağladıkları destek ile transatlantik ittifakın Pasifik’teki varlığına katkı sunuyorlar. Çin’i sistematik rakip olarak kabul eden NATO açısından Asya-Pasifik’teki güç savaşı karşısında safları sıklaştırmanın önemi artıyor.
Uluslararası ilişkiler ciddi bir geçiş döneminden geçerken 2. Dünya Savaşı sonrasında inşa edilen sistemin Rusya ve Çin’in liderliğinde yeni meydan okumalarla karşı karşıya kaldığı ve kırılgan hale geldiği açık. Ukrayna Savaşı’nın gölgesinde ABD ve müttefiklerinin asıl sorunu bu geçiş döneminde çeşitlenen tehditlerle nasıl baş edecekleri. Zira Washington Zirvesi dayanışma ruhu adına pozitif gelişmelerin yaşandığı görülse de AB ve ABD arasında savaşın yükü ve maliyetleri konusunda yaşanan gerilimler, ABD başkanlık seçimlerinin yarattığı belirsizlik ve Biden’ın başkanlık performansı açısından aldığı eleştiriler ittifakın yaşadığı güçlükler arasında. ABD’de yapılacak seçimlerde Trump’ın seçilmesi hem NATO ittifakı hem de Rusya-Ukrayna Savaşı’nın gidişatı açısından pek çok dinamiği değiştirebilir. Trump’ın NATO’nun işleyişi ve harcamalar konusunda geçmişte özellikle AB liderleri ile yaşadığı sert diyaloglar malum. Bununla birlikte savaşın sonlanması ve Rusya’nın yenilmesi ihtimalinin zayıflığı ve müttefikler arasında savaş nedeniyle halı altına süpürülmüş olsa da devam eden anlaşmazlıklar, NATO’nun karşı kaşıya kalacağı zorluklara işaret ediyor. Bu problemli çerçeve içerisinde ittifakın önemli ülkelerinden Türkiye ile müttefiklerin ilişkileri de gündemin önemli bir parçası.
Türkiye ve NATO: Denge Politikası ve Çözülmeyen Sorunlar
Türkiye’nin Zirve’de ön plana çıkardığı başlıklar terörle mücadele, askeri ekipmanların temini konusunda ülkenin yaşadığı zorluklar, Rusya-Ukrayna Savaşı’nda barışın sağlanması gerekliliği ve Gazze-İsrail sorunuydu. Türkiye’nin uzun süredir ittifak ülkeleriyle yaşadığı en önemli sorun, Ankara’nın teröre karşı verdiği mücadelede üyelerin Türkiye’nin talep ettiği desteği vermiyor olmaları. Ankara, Madrid ve Vilnius Zirvesi’nde de terörle mücadele konusunda dayanışmanın önemini ve gerekliliğini ön plana çıkarmış bu konudaki kaygı ve rahatsızlıklarını müttefikleri ile paylaşmıştı. Ancak PYD/YPG konusunda hala istenilen ilerleme sağlanabilmiş değil. Savunma sanayi konusunda yaşanılan kısıtlamalar ise Türkiye’nin askeri kapasitesi açısından sorunlara neden olmakta. İttifakın güney kanadının koruyucusu ve önemli askeri güçlerden birisi olan Türkiye’nin bu alanda maruz kaldığı kısıtlar problem olmaya devam ediyor. Biden ile yapılan görüşmede F-16 sorununun 3-4 hafta içinde çözüleceği garantisinin verilmesi olumlu bir gelişme olmakla birlikte ABD ile çözülemeyen pek çok sorun hala devam ediyor.
Rusya-Ukrayna Savaşı, Türk dış politikası açısından da önemli bir ağırlığa sahip. Türkiye, savaşın başından beri bir yandan Rusya ile ilişkilerini zedelememeye bir yandan da NATO sorumluluklarını yerine getirmeye çalışıyor. Denge politikası ile iki taraf arasında pozisyonunu korumak, Ankara açısından da uygulanması kolay bir politika değil. Bununla birlikte Karadeniz Tahıl Anlaşması ve taraflar arasındaki arabuluculuk girişimleri, Türkiye’nin barış sürecine katkı sağlamak istediği girişimler. Ayrıca Karadeniz güvenliği açısından Türkiye’nin önemini vurgulamakta fayda var. Müttefiklerin Sonuç Bildirgesi’nde Montrö Sözleşmesi’nin öneminin altını çizdiklerini de eklemek gerekir. Ancak Türkiye’nin Rusya’ya uygulanan yaptırımlara katılmaması, iki taraf arasında işbirliği alanlarının yoğunlaşması zaman zaman denge politikasını zora sokmakla birlikte Batı ittifakı ile Türkiye ilişkileri açısından da önemli bir sorunsala işaret etmekte.
Diğer önemli konu başlığı ise İsrail’in Gazze saldırıları. Türkiye bu konuyu gündeme taşısa da Zirve’de bir tutum geliştirilememiş olması şaşırtıcı değil. Batı ittifakı, İsrail Gazze sorununa Ukrayna’ya yapılan saldırılara yaklaştığı gibi hassas yaklaşmıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan dünya ülkelerine İsrail hakkında Lahey Adalet Divanı’na şikayette bulunması çağrısı yapsa da Türkiye’nin Gazze konusunda NATO ittifakı içerisinde yalnız kaldığını söylemek mümkün. Türkiye’nin Zirve kapsamında Macaristan, Yunanistan, İtalya, Ukrayna ve Birleşik Krallık liderleriyle ikili görüşmeler gerçekleştirmesi ABD, İspanya, İzlanda Romanya ve Hollanda ile görüşmelerde bulunması önemli gelişmelerden. Özellikle Yunanistan ile görüşmeler, Atina ile devam eden yumuşama süreci ve pozitif gündemin devamı niteliğinde.
Uluslararası ilişkiler, bölgesel çatışmaların arttığı, güvenlik tehditlerinin çeşitlendiği, aşırı sağın yükseldiği, otoriter yönetimlerin güçlendiği ve dünya ekonomilerinin pek de güçlü olmadığı kaotik bir dönemden geçiyor. Bu zorlu dönem NATO ittifakında dayanışma ruhunun önemini arttırıyor. İttifakın 75. yılında bu zorlukların üstesinde gelmesi ise öncelikle kendi içerisindeki mevcut problemleri çözmesinden geçiyor. Bu arka planda NATO’nun ikinci büyük askeri gücü ve operasyonel askeri kapasitesi ile en fazla katkı sağlayan üyelerinden olan Türkiye’nin de ittifak üyeleriyle çözemediği sorunlar mevcut. Kısa vadede bu sorunların giderilmesi ise hem daha güçlü bir ittifak hem de denge politikasının sağlıklı yürütülebilmesi açısından mühim. Umut edelim ki anlaşmazlıklar konusunda uzlaşma sağlansın ve barış süreçleri hem Ukrayna Rusya hem İsrail ve Gazze için en kısa sürede mümkün olsun, dünya politikasında barışın dili galip gelsin.
* EGE Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi